Eskimo dilinde bir kelime olan ‘ayurnamat’, değiştiremeyeceğimiz olaylar için kaygı ya da üzüntü duymamızın anlamsızlığını ifade etmektedir. Böylesine derin bir mânânın bir kelimeye sığdırılmasındaki başarının ötesinde söz konusu mânânın güzelliği ve bizlere verdiği mesaj da o kadar hoş ki… Kelimeyi görür görmez içimden şöyle geçti: Bu harika tabiri mutlaka iletişim disiplinine kazandırmalıyız!
Pekâlâ neden?
İnsanın değiştiremeyeceği olaylar için endişelenmesi ya da karalar bağlayıp modunu düşürmesi neye yarar ki? Hiçbir şeye yaramayacağı gibi insanın hâlet-i ruhiyesini bozması, çevresindekilerin tadını kaçırması gibi bir dizi olumsuzluklara neden olur. O hâlde her şerden bir hayır çıkarmak varken, zorluklar karşısında fiili ve sözlü dualara sarılmak varken, metanetimizi koruyup dimdik ayakta durmak varken neden vahvahlara, eyvahlara, tühtühlere tutunalım ki! Elbette anlamsız…
Hatta ‘ayurnamat’ta sadece olumsuz badireleri değil değiştiremeyeceğimiz her şeyi kapsayan bir çerçeve var. Örneğin bir insan düşünün; hasbelkader mimar olmuştur ama belki içinde doktor olma ukdesi kalmıştır. Yaşı da diyelim ki kırk olsun. O saatten sonra her şeyi bir tarafa bırakıp doktor olmak için canını dişine takmanın ne anlamı olabilir ki! Hiçbir anlamı yoktur. Mantıklı ve makul bir insan böyle bir çılgınlık için hayatını, düzenini, ailesini, birikimini feda etmez.
Ya da elli yaşında tek çocuk sahibi bir kadın düşünün; bu kadının keşke beş çocuğum olsaydı diye dövünüp durması neye yarayabilir ki!
İşte bu noktada karşımıza ‘keşke’ kelimesinin derinliklerindeki sinsi canavar çıkıyor. Elimizden geliyorsa ne âlâ, çalış, didin ve başar. Ama elimizden gelmiyorsa, artık olan olmuşsa, keşke şöyle olsaydı keşke böyle olsaydı demenin ne anlamı vardır? O hâlde keşkeler malayani laftan başka bir şey değildir.
‘Keşke’nin anlamsızlığı…
Keşkenin anlamsızlığı öylesine önemli bir noktaya işaret ediyor ki tüm iletişim kitaplarını sil baştan güncellemek gerekebilir.
İnsanın dış dünyayla olduğu gibi bir de iç dünyasıyla iletişimi vardır. Bedenimizle, aklımızla, kalbimizle ve ruhumuzla her an iletişim hâlindeyizdir ve bu iletişimin de diğer iletişim çeşitleri gibi mümkün mertebe ‘iyi’ olması dehşetengiz bir önem arz etmektedir. Söz konusu iç iletişimin düşmanlarının başında ise keşke kelimesi ve bize keşke dedirten negatif psikoloji gelmektedir.
Eskilerin bir sözü vardır; “keşke demek şeytandandır” diye. Öylesine doğru ki…
Keşkenin anlamsızlığını, yararsızlığını ve iç huzuru dinamitlediğini düşünürsek ayurnamat tabirinin tam zıddı olduğunu görürüz. Eskimo (İnuit) dilinde keşkenin tam karşılığı olan bir kelime var mı bilmiyorum ama bizim dilimizde ayurnamata karşılık gelen bir kelime maalesef bulunmuyor. Kim bilir, belki Eskimolar hep pozitiftir, aman sendecidir, rahattır, geniştir ve bu dünyanın arzularına hırsla bağlı değildir! Bizim kültürümüzde ise bütün bunların tam tersi olduğu su götürmez bir gerçektir ve ekmek peynir yer gibi keşke kelimesi kullanılmaktadır. Bu, mutsuzluğun göstergesidir, iç huzurun bozulduğunun göstergesidir, kişinin kendi dünyasıyla iletişiminin kötü olduğunun göstergesidir.
Keşkecilikle mücadele edilmelidir! Kalbimize, ruhumuza, aklımıza söz geçirebilmemiz için keşke kelimesini hayatımızdan silmeliyiz. Bunun yolu ise ayurnamata alışmaktır.
Ayurnamata alışmanın pek çok yolu vardır. Bunlardan en basiti de ‘kalsarikännit’ diyebilirim. Hayda bu kelime de nereden çıktı dediğinizi duyar gibiyim. Ayurnamat kadar ilginç olan kalsarikännit Fince bir kelime ve pijamamızı giyip televizyon karşısında miskin miskin bir şeyler içmek anlamına geliyormuş. Ayurnamatın felsefesini iliklerine kadar özümsemiş bir kimsenin yapabileceği harika bir eylem değil mi? Üstelik milletçe çok sevdiğimiz ve yabancı olmadığımız bir eylem… Eylemden öte bir alışkanlık, hatta bir hayat tarzı… Televizyonun karşısında minnoş bir kedi gibi kıvrılıp ekrana dalmak… Tabii işi gücü bitirdikten sonra!
Kalsarikännit, ayurnamat için sadece bir yöntem ve bu tarz yöntemleri çoğaltmak elbette mümkündür.
Diğer bir yöntem ise daima ileriye bakmak ve geçmişe takılı kalmamaktır. Herkes hata yapabilir, herkes her işi yarım yapabilir. Bunlar suç ya da kabahat değildir. Başkalarını ve tabii kendimizi bu gibi eksikliklerle yargılamamalıyız. Bardağın dolu kısmına odaklanmalıyız.
İç iletişimi güçlü kimseler, dış dünyayla iletişimde de başarılı olurlar. Çünkü kendilerini daha berrak ifade ederler, daha samimi davranırlar, ne istediklerini bilirler ve hayatlarını daha gerçekçi programlayabilirler.
Aksini düşündüğümüzde ise kendisiyle barışık olmayan, hayatı keşkelerle dolu bir insan muhtemeldir ki depresyon ilaçlarının bağımlısıdır ve kendisi kadar çevresindekilere de moralsizlik pompalayıp duruyordur. Pekâlâ bu hoş bir şey mi? Değil elbette!
Ayurnamat felsefesine katkı bağlamında küçük bir de tavsiyede bulunayım. Lütfen enerjisi yüksek kimselerle takılalım. Pozitif kimseler çevrelerine de pozitif enerji yayarlar. Mütebessim bir bakış bile oldukça önemlidir. Hele ki günümüz modern dünyasında gün geçtikçe yalnızlaşan insanlar için… Tanıyalım ya da tanımayalım, karşılaştığımız birine merhaba demek, iyi günler demek, iyi akşamlar demek bize bir şey kaybettirmez; ama çok şey kazandırır. Ayurnamat felsefesine isyan bayrağı açmış biriyle karşılaşınca da mümkün mertebe durumu idare etmek için değil, yine iyi niyetle ve en olumlu düşüncelerle iletişim kurup güzel öğütlerde bulunalım, yol gösterici, problem çözücü olmaya çalışalım. İnsanların sizi stres topu yapmasına izin verin demiyorum ama her türlü stresin de paylaşıldıkça azalacağını hatırlatmak istiyorum.
Öz ifadeyle keşkeleri hayatımızdan çıkaralım; onun yerine keşkek koyalım, keşkül koyalım, taptatlı bir insan olalım.