İşim ya da mesleğim gereği; ‘Patent’ konusunu çok önemsiyorum…
Patent, benim için bana para kazandıran bir olgu olmasından öte, içinde yaşadığım toplumun, sosyal, ekonomik ve sosyo-ekonmik kalitesini de ortaya koyuyor…
‘Nasıl yani?’ ya da ‘Ne alaka?’ derseniz açayım biraz…
Biz, toplum olarak, gerek en az üç asırlık siyasal baskılar, gerek sözde ananevi olarak lanse edilmesien rağmen, aslında bidatlarla dolu bir inanç sisteminin daytmasından öte bir yapıs bulunmayan mahalle baskıları, gerekse de bu çifte yaptırımalrın psiko-genetiğimiez kodladığı korkular dolayısıyla düşünmeyen, düşünmediği ve fikir üretmediği için de somut üretim ede katkısı minimize edilmiş bir yığından öteye gidemeyen kalabalıklarız…
‘Baskılar bizi yıldıramaz’ sözünü slogandan ötürü götüremeyip, ‘Aman onucu köye kovulmayayayım’ diye soru sormaktan bile kaçan bir kitlenin, üretiminden söz edemeyiz…
Peki o zaman nasıl olacak?
Düşünmeden fikir çıkmayacak, fikir çıkmadan tasarım yapılamayacak, tasarım olmadan üretim olmayacak; ya da bunar minmize seviyede olunca; marka sayımız da, markalaşma oranımız da, dolayısıyla patent sayımız da isteneni de altında kalacak…
Ben bir ülkenin sosyo-ekonomik ve ekono-entelektüel yapısının seviyesini, patentli ürün sayısı ile doğru oranda algılıyorum…
Dolayısıyla, bence daha ilkoludan başlayraak; mirvanası ‘Patent’ olacak dersler konulmalı…
‘Tasarım’, ‘Üretim’, ‘Düşünce Gücü’, ‘Yeni Fikir Yaratma’, ‘Yaratıcılık’, ‘Görsel Metamorfoz’, ‘İşitsel Metamorfoz’, ‘Kavramsal Metamorfoz’, ‘İşlevsel Metamorfoz’ ve mirvanada da ‘Yeni Ürteim Teknikleri’ dersleri; seviye seviye müfredata konulursa; sadece üstün zekalı fen lisesi öğrencilerinedn başka hemen herkesin iyi ya da kötünün iyisi üretim yapmasnı sağlarız…
Bakın ‘Patent’ alma olgusu; aslında yabancı olduğmuz bir konu değil am aönemsenme oranı düşük…
Misâl, dünyada ‘Dolmuş’ kültürü, bir tek Mısır’da, bir de bizde var. Türkiye’de ilk dolmuş, biri ‘Fatih-Harbiye’, biri ise ‘Bakırköy-Yayla’ hattında başlamış…
Yıl ise 1951…
O yıllarda o dolmuşu kullanan ya da hattı işleten misâl Ahmet Ağa, bu işin patentini alsaydı; şu anda en zengin holding patronlarından da zengin olurdu; zira şu anda ülke genelinde son rakamlara; irili ufaklı 4214 adet dolmuş hattı var…
Günlük sadece 1 TL patent hakkı almış olsa, şu anda bile yılda 1,8 milyon TL’den fazla patentde bağlı geliri olurdu…
Bugün halen patenti nedense alınmamış öyle kavram ve olgular var ki; düşündükçe; argo tabirle ‘Kafayı Yiyecek’ bir psikolojiye bürünmeniz işten bile değil…
Patent, bence bir ruhsal devinimin içselleşmesi sürecidir; fikrimizin namusumuz olduğnu algılayraak, her manada düşünsel üretimimizin garanti altına alındığının da resmi kanıtıdır…
‘Adam sende’ci bi toplum olmamızdan kaynaklı, patent işini ihmal ediyoruz; hatta belki hiç yaratıcılığı olmamış gibi görünse de, bri pijama takımına; misâl yakasına bayanlarda gül, erkeklerde ise kaktüs ya da kartal illüstrasyonu koyup, dikim sonrası bunun adını ‘X’ koyup patentini alın…
Ya da diyelim, çorbacısınız; ‘Mercimek Çorbası’nı, ebin olun çok yakışır, üzerine kivi püresi ekleyerek sunun; uzmanlara bun size ait olarak tescil ettirip, patentini alın…
Bu anlamda atılacka her fazla adım, domino etkisi ile sayıyı çoğaltacaktır…
Düşünün her köşe başında başak ir patentli ürün, orta vadede her mahalede patentli en az on marka; on yıllar sonra ise dünya markası haline gelmiş yüzlerce markalaşmış değer…
Yarından tezi yok, milli eğtiim; üretimin gücünün patentle taçlanacağını hissettiren bir eğitim sistemine geçmeli…
Dersimiz: Patent…
Amacımız: Yarınlar ve Gelecek…