Istıraplardayım...
Doğrusu ızdırap mıydı aceba! Yok yok ıstıraptı... Ya 'aceba'nın doğrusu? Acaba mıydı yoksa aceba mı? Yok yok, Türkçe, yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi de yazılan bir dil olduğunda göre ve biz de konuşurken acaba değil aceba dediğimize göre doğru yazım şekli de 'aceba' olmalıdır. Türk Dil Kurumu acebayı kabul etmiyormuş, iyi de biz kabul ediyoruz. Bilmem ne kurumunun bilmem ne hezeyanlarından bize ne ayol! "Askeer, esas duruş, tüfeek omza, uygun adım marş marş, sol sağ, sol sağ" denince sorgusuz sualsiz yola revan olacak emir erleri miyiz biz? Elbette bir saçmalıkla karşılaşınca itiraz edeceğiz, soracağız, sorgulayacağız, araştıracağız!
Gelelim neden ıstıraplarda olduğuma... İşte bunu ne siz sorun ne de ben anlatayım komşular... Sözcüklerle oynayanlar beynimin mantık lobunu Marmara çırası gibi yaktılar. Biliyorum ki susarsam kestane gibi patlarım, orta yerimden çatlarım.
Hani bir George Orwell'imiz var ya son zamanlarda popüler olan... Malûm şahıs 1984 adını verdiği bir roman kaleme almış. Ahali deliler gibi 1984 okuyor, 1984'den bahsediyor. Bay George müneccim gibi bugünleri anlatıyormuş, falanmış filanmış... Dayanamadım, hele ben de okuyayım dedim. Okumaz olaydım. Gerçi George'un bir suçu yok; suç, eseri İngilizce'den Uydurukçaya çeviren vatandaşta!
Çevirmen vatandaşa göre Türkçe'de "handiyse" bir sözcük varmış. Neredeyse anlamına geliyormuş. Türkçe'de "karaşın" diye bir sözcük varmış. Esmer tenli, kavruk anlamına geliyormuş. Türkçe'de "ürkü" diye bir sözcük varmış. Ürkme anlamına geliyormuş. Çevirmen de güya işkembe-i kübradan sallamıyor, Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğüne dayandırıyormuş. Yahu bu Türk Dil Kurumu değil midir Boşnak sözcüğünün birinci mânâsına "kocasından kaçıp başkasıyla evlenen kadın" diyen? Bu Türk Dil Kurumu değil midir müsait sözcüğünü "kolayca flört eden kadın" diye tanımlayan? Bu Türk Dil Kurumu değil midir esnaf sözcüğünü "kötü yola düşmüş kadın" diye tanımlayan? Pekâlâ Türk Dil Kurumuna göre kadın sözcüğün mânâsı ne? Sıkı durun söylüyorum; "hizmetçi bayan"!
Poliiis, jandarmaaa, sahil güvenliiik yetişin, mevzu derin! Türkçe hızla uydurukçaya evriliyor, müdahale edin.
Mantaliteye bak çay demle demeyin dostlar! Bu işin sonu kötü! Yahu bu uyduruk sözcükler ve uyduruk mânâlar yüzünden anlaşamıyoruz. Okuduğum kitabı anlayamıyorum, daha ötesi var mı?
Hangi birini dillendireyim, bitmek bilmiyor ki uydurdukçadaki örnekler! Hep de bu çevirmen vatandaşlar benzin döküyor yangına. Ya Türk Dil Kurumunun hiç kullanılamayacak uyduruk sözcüklerini tercih ederek uydurukçaya can veriyorlar ya da kendi uydurdukları sözcükleri önce uydurukçaya sonra da Türk Dil Kurumunun sözlüklerine boca ediyorlar.
Çevirmenlerin uydurdukça aşkına mütedâir aklıma gelen kült bir örnek var, değinmeden geçemeyeceğim. Spinoza'nın Etika ya da Etik adlı eserini bilmeyeniniz yoktur. Gerçi bahsedeceğim zat-ı muhterem, eserin adını da törebilim diye çevirmiş. Haydi ona tamam diyelim. Anlak, tansık, işleyim, değinişim, bağlılaşım, dizem, almaşık, özedimlileşme, özeksel tasar, kılgı, özdek, devim... Bunlar nedir Allah aşkına? Bunlar nedir yahu? Türkçe mi bu sözcükler? Güyâ Türkçe ama gerçekte uydurdukça! Kabul edelim, uydurukça adını verebileceğimiz bir Türkçe'yi bozma projesi var ve hiç de sevimli bir proje değil!
Gülse Birsel dizilerindeki kakafoni, kazulet, madigodi, dıngılafıstık, zırtapoz, zibilyon gibi sözcükler bir yere kadar tolere edilebilir; zira bunlar aptal kutusu denen televizyon dünyasına yakışır saçmalıklardır. Kimse televizyon izleyerek kütür kütür kültürlenme peşinde değildir. Lâkin kitaplarda, makalelerde, bilimsel sunumlarda hepsi birbirinden saçma uydurdukça sözcüklerle örülü uydurukça dilini kullanmak hangi akla hizmettir? Lütfen bana izah ediniz.
Uydurukça yüzünden iletişememe sorununun bir diğer türünde ise plaza dili denen gavurca özentisi var. Ben İngilizce, Frenkçe, Almanca gibi dillere eskilerin diliyle gavurca diyorum. Çok pratik oluyor, tavsiye ederim. Aziz dil kardeşlerim, lütfen şu soruya da cevap veriniz:
Attach etmek, banlamak, brief, check etmek, deadline, deletelemek, e-mail, feedback, forwardlamak, focuslanmak, handle etmek, ignore etmek, know how, mobbing, meeting, off day, outline, resetlemek, set etmek, print almak, push etmek, sign etmek gibi yarı Türkçe yarı gavurca saçmalıkları bir marifetmiş gibi günlük hayatın veya iş hayatının içinde kullanmak zırtapozluğun dik âlâsı değil midir? Neymiş, plaza diliymiş, yemişim sizin plaza dili adını taktığınız gavurca özentisinden mütevellit kültür şuursuzluğunuzu!
2016 tarihli bir habere göre Eczacıbaşı Holdingin patronu Bülent Eczacıbaşı, yukarıda anlatıp durduğum uydurukçayı kendi çalışanları arasında yasaklamış ve yasaklı sözcükleri kullanan çalışanlardan sözcük başına 5 TL alınarak bu paralarla okullara sözlük alınması talimatı vermiş. İşte özlenen hareketler, lütfen alkışlayalım!
Bir yandan muhteris kifayetsizler otuz kırk sözcükten muteşekkil acınası dağarcıkları yüzünden uydurukçaya sığınıp sözüm ona laf ebeliği yaparken bir yandan da bambaşka bir güruh sinsice Türkçe sözcükleri dilden atıp yerlerine gavurca sozcükler ikâme etmeye çalışıyor. Kimi sözcükleri eskimiş diye, kimi sözcükleri argo diye, kimi sözcükleri köylü/avam dili diye, kimi sözcükleri de Arapça bilmem ne asıllı diye etiketleyip ayıklamanın derdine düşmüşler. Onlara göre bacı, bibi, ebe, dede, bıldır, döş, bağır, kâime, kelle ütmek, sofranmak gibi sözcükleri kullanmak, toplumdan dışlanma, ötekileştirilme hatta aşağılanma sebebi. Az biraz 50'lilerin, 60'ların hatta 70'lerin, 80'lerin dilini konuşuyorsanız da demodesiniz, eski kafalısınız. Kenan Evren'in ağzına pelesenk ettiği 'nitekim', Süleyman Demirel'in diline doladığı 'binaenaleyh' gibi sözcükleri zikretmek bile onlar için surat buruşturulası bir durum. Düşünün ki bu kafa İstiklal Marşını bile anlayamayacak kadar sığ ama bunun farkında olamayacak kadar kof. Eğer ki inanç yönü kuvvetli biriyseniz ve diyaloglarınızda da sık sık dinî terimlere yer veriyorsanız, örneğin hapşurunca elhamdülillah sözü ağzınızdan çıkıyorsa, ortadan kaybolduğunuz zaman da abdest almaya gittim, namaz kılmaya gittim ve sâire diyorsanız o monşerlere göre zaten gericinin, yobazın, bağnazın önde gidenisiniz. İşte bu etiketçi modernistlerin, kibirli çağdaşların sayısı hiç de az değil. Ekseriyetle de akademisyen diye tabir olunan zevat, bu güruhun bel kemiğini oluşturuyor. Toplum sayesinde bir yerlere gelen, toplum üzerinden para kazanan ama topluma düşman bir fikriyat! Bilmem düzelir mi bu kafa, geçer mi bu inat? Doğrusu hiç sanmıyorum, heyhat!
Asgarî müşterekte buluşmak, başarılı iletişimin olmazsa olmazıdır. Bir toplumun kullandığı dilin de asgarî müştereği olmalıdır ki toplumu meydanda getiren kişi ve gruplar arasındaki iletişim kanalları mümkün mertebe açık olsun. Toplumun asgarî müştereği diye nitelendirdiğim bu kesişim alanı ne kadar geniş olursa, ne kadar çok ortak sözcükten oluşursa toplumdaki iletişim de o kadar güçlü olacaktır.
Dille oynamayı marifet sanan kültür suikastçilerine Atatürk'ün dilinden sesleniyorum:
“Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkının, ananelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
Muhteşem bir yazı olmuş, alkışlıyorum.