Yaklaşan büyük savaşın ne olduğuna, nerede, ne zaman, nasıl başlayacağına ve benzeri diğer spekülatif hususlara hiç bulaşmadan konuya gireceğim. Nasılsa o savaş er geç patlak verecek.
İlk olarak şehirlerdeki sivil unsurlu savaş taktikleri hakkında önemli tespit ve açıklamalar yapmak gerekiyor. Zira gerek çok kabiliyetli hava indirme unsurlarına gerekse şehir içi örgütlü-işbirlikçi saldırılara karşı koyabilmek için etkin bir şehir savunması şarttır.
Gecekondular, şehir savunmasını irdeleyen askerî doktrinde önemli bir konu başlığı idi. Çünkü Türkiye’deki şehirlerin çeperlerinde hatta merkeze yakın noktalarında kümelenen gecekondu yerleşimleri; duvarlarıyla, ağaçlıklı yeşil alanlarıyla, dar sokaklarıyla, plansızlıklarıyla ve tahrip edilse bile zaten genelde derme çatma oldukları için fazla maddi zarara neden olmayacakları için olası bir işgalde mükemmel mevziler olarak dikkat çekiyorlardı.
O mükemmel doğal mevziler, kentsel dönüşüm gibi çeşitli nedenlerle önemli ölçüde yok oldular. Şimdi şehirlerimizin çeperlerinde, hatta kasabalarda bile apartman adı verilen devasa beton bloklar var. İçinde büyük nüfusların barındığı bu beton bloklu yerleşimlere tepeden bakıldığında çevrelerindeki her şey ayrıntılarıyla görülebiliyor, anbean izlenebiliyor. Dolayısıyla mevcut durum, şehirlerimizin savunma hattı için endişe edilesi bir handikap ortaya çıkarmış bulunuyor.
Söz konusu handikapı izale edici önlemler almak şarttır. Neden şart olduğunu tekrar vurguladıktan sonra alınacak önlemleri sıralayacağım:
Bir defa savaşta açık hedef olmak her halükârda istenmeyen bir durumdur. Türkiye’nin savaşa gireceği olası devletler ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Yunanistan, İsrail gibi devletlerdir. Bu devletlerin savaş sicilleri bozuktur. Özellikle Amerikan güçleri için sivil unsurları hedef almak normal bir durumdur. ABD-Irak Savaşında zevkine camiileri, minareleri, türbeleri, sivil yerleşimleri bombalayıp hiç çekinmeden medyaya servis ettiklerini unutmamak gerekir. Düşmanlarımızın ne denli cani ve kuralsız olduğunu göz önünde tutmalıyız.
İkinci neden psikolojiktir. Gerek düşman hattında ateş emri bekleyenler için gerekse şehir içindeki işbirlikçi saldırı unsurları için büyük beton blokları hedef almak daha cesaret vericidir. Çünkü az atışla çok zayiat verdirmek mümkündür, ıskalama payı azdır. Diğer yandan saldırı pozisyonundakiler genellikle korunaklı kamufle alanlarda mevzilenecekleri için karşı tarafı güçsüz, kendilerini güçlü hissedeceklerdir.
Söz konusu hâl ve şeraitte mutlaka bir dizi önlemler alınması gerektiği açıktır.
• Şehirleşme, özellikle şehirlerin dış kısımlarında, bir-iki katlı konutlar olacak şekilde planlanmalıdır. Apartman-site takıntısından vazgeçilmelidir. TOKİ de tüm konutları müstakil ev şeklinde planlamalı, apartman saplantısından kurtulmalıdır. Gerçek şu ki biz de apartman-daire hayatından çok mutlu olmayan, kendini yüksek binalarda rahat hissetmeyen, mecbur kaldığı için öyle bir hayatı tercih etmek zorunda kalan, özgürlüğüne düşkün bir milletiz. Dolayısıyla büyük beton bloklarından kurtulmak her türlü hayrımızadır. Müstakil konutlar ise mutlaka bahçeli olmalı, bahçe sınırlarında ise tel örgü değil, kalın duvarlar bulunmalıdır.
• Beton park anlayışı, belediyelerin çok anlamsız bir tercihidir ve karşımızda ciddi bir savunma sorunu olarak durmaktadır. Geniş alanlara beton döküp, kıyıya köşeye de yalandan fidanlar yerleştirmek park yapmak anlamına gelmez ancak millete bu şekilde sunulmaktadır. Şehir parkları, içindeki ağaçların veya binaların arasından tankların, ciplerin veya diğer askeri unsurların rahatça geçebileceği veyahut helikopterlerin rahatça indirme yapabileceği seyir alanları olmamalıdır. Sık ve sağlam ağaçlarla parklar yeşillendirilmeli, ağaçlar simetrik değil asimetrik dikilmeli; parklarda boş alan bırakılmamalıdır.
• Kırsal alandaki mera gibi boş alanlara, yol kenarlarına veya yakınlarına, şehirlerin dış taraflarına ve parklara çok sayıda mevziler inşa edilmelidir. Bu mevziler, ilk bakışta olası savaş durumları için hazırlanmış izlenimi vermemeli, örneğin çocuklar için spor veya eğlence amacıyla hazırlanmış gibi görünmelidir. Arnavutluk’taki binlerce mevzi bu konuda örnek gösterilebilir.
Fotoğrafta görüldüğü üzere Arnavutluk’taki savaş mevzileri tamamıyla kendini ele vermekte, gereksiz dikkat çekmektedir. Bunların yerine daha basit ama daha dayanıklı, tek tip olmayan, ilk bakışta fark edilmeyen, bir-iki kişilik mevziler tercih edilmelidir.
• Türkiye coğrafyasında çıplak arazi bırakılmamalı, çıplak araziler sahiplerinden alınarak işlenmeli veya ağaçlandırılmalı; tarla, bağ, bahçe sınırlarına da en az iki sıralı ağaçlar dikilmelidir. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var; ormancılar gibi çam fetişizmi yapılmamalı, çam ve çam benzeri ağaçlardan özellikle uzak durulmalıdır. Çünkü çamların dipleri kamuflaja ve mevzilenmeye uygun olmadığı gibi çamların kendisi de dallarına tırmanarak saklanılacak veya saldırı pozisyonu alınacak ağaçlar değildir. Çok da kolay tutuştuğu bilinen çam ağaçları, ülke savunması için bir tehdittir ve çam fetişizmiyle adeta terör estirip diğer binlerce tür ağacı yok sayan zihniyetle de mücadele edilmelidir.
• Balistik saldırıların yer üstü etkisi daha yıkıcıdır. Bu yıkıcı etkiyi en aza indirebilmek için yer altına doğru da doğal siperler inşa edilmeli, en az 3 metre derinlikte olması gereken bu siperlerde uzun ömürlü kumanyalar da bulundurulmalı, her bir siper bir küçük sığınak gibi özenle inşa edilmeli ve her birinin kendine özgü planı olmalıdır.
• Şehir savaşı konusunda halk bilinçlendirilmelidir. Olası bir savaşta halkın daha iyi örgütlenebilmesi için mevziler/siperler arasında telsiz iletişimi sağlayacak altyapı kurulmalıdır. Her hane halkında, hanedekilerin kullanımına uygun yarı-askerî giyim ve teçhizat hazır bulundurulmalıdır. Hane halkının özelliğine göre silah dağıtımı da yapılmalıdır. Örneğin askerliğini keskin nişancı olarak yapan birinin evinde mutlaka keskin nişancı tüfeği ve mühimmatı bulundurulmalıdır.
• Kabul edelim ki on milyonu aşkın göçmen kılıklı işgalci nedeniyle Türkiye’nin artık çok nazik bir yumuşak karnı var. Sipariş üzerine paketlenip Türkiye’ye gönderilen bu işgalcilerin olası bir savaşta boş duracaklarını düşünmek en hafif tabirle akıl fukaralığıdır. O hâlde bu tehdit de göz önünde bulundurulmalıdır. Söz konusu tehdidi ciddi kılan en önemli nokta ise savaşta düşmana karşı koyarken arkadan vurulma olasılığıdır. İşgalci göçmenlerin binde biri bile ajan olsa bin tane ajan pusuya yatmış uykuda bekliyor demektir. Söz konusu ajanları bulup pasivize edecek ya da işgalci nüfusu olası bir savaşta kontrol ve baskı altında bulunduracak bir istihbari güce Türkiye sahip değildir. Türk istihbaratı maalesef memur kafasında çalıştığı için tehditleri algılama, değerlendirme ve etkin önlem alma konusunda yetersizdir. Psikolojik harp faaliyetlerine psikolojik istihbaratla cevap verebilecek bir istihbarat anlayışı bulunmamaktadır. Söz konusu yetersizlik FETÖ meselesinde iyice netlik kazanmıştır. Türk istihbaratının kontrespiyonaj konusundaki başarısızlığının en belirgin göstergesi ise kimi ilahiyatçı, kimi covidçi, kimi ilaççı, kimi depremci kılıklı profesör unvanlı veya gazeteci, milletvekili, iş adamı, sanatçı gibi kılıklara bürünmüş etki-ajanı unsurları sadece ama sadece seyretmekle yetinmesidir. Ciddi ülkelerde hainler seyredilmez, gereği neyse off the record yapılır. Dolayısıyla olası bir savaş esnasında sivil bireylerin resmi istihbarat merciilerinden herhangi bir beklentiye girmeksizin birer istihbaratçı imiş gibi davranması gerekmektedir. Şu anlama gelmektedir: Türk vatandaşlarının sayısı ve imkânı işgalci göçmenlerden çok daha fazladır. Sivil müdafaa esnasında birileri ön cephede düşmanla savaşırken başka gruplar da arka planda geriden gelecek saldırılara karşı tetikte olmalı; bir yerde kalkışma vaki olursa ülkenin güvenlik güçleri meşgul edilmeden sivil inisiyatif alınarak gerekli müdahalede bulunulmalıdır.
• Hemen her savaşta şehirlerde ortaya çıkan problemlerden biri de savaş karşıtı mikropların meydanlara dökülmesidir. Bu yapılar, “her ne kadar savaşa karşıyız, barış istiyoruz” gibi sözde insancıl mottolarla hareket etseler de bu söylemler sadece gerçek niyetlerini perdelemek içindir. Bu grupların niyetleri, gürültü yaparak yerleşik oldukları ülkenin saldırı ve savunma kabiliyetini zaafa uğratmak, birlik ruhunu baltalamak, kararsız halkı cepheye gitmekten alıkoymak ve diğer benzeri etkilerle saldırgan güçlere yer açarak düşman ülkelerin ilerleyişine yardımcı olmaktır. Türkiye’de HDP faktörüyle birlikte bu gruba dâhil olacakların sayısı nüfusun en az yüzde 10’u olup bu da çok ciddi bir rakama tekabül etmektedir. Dolayısıyla bu gruba dâhil olup da özellikle dış istihbarat ağlarıyla koordineli çalışanlar ve/veya teşkilatlandırma, sokakları karıştırma, algı operasyonu çekme kabiliyeti olanlar, savaş şartları gelişmeden ifşa edilmeli, namlunun ucundan oldukları mesajı verilmelidir. Söz konusu gruba açık destek verecek diğer kesimler ise LGBT mahfilleri, masonlar, ateist yapılanmalar ve kökü dışarıda başı içeride olan diğer birtakım unsurlardır. Bütün bunlara karşı halk zamanında uyarılarak savaş esnasındaki muhtemel kafa karışıklıklarının da önüne geçilmelidir. Başka bir tabirle dezenformasyona karşı verilecek mücadelede devletin ve milletin birlik olması sağlanmalıdır.
Muhtemel bir savaş durumunu göz önünde tutarak şehirlerdeki savunma hazırlıklarının nasıl olması gerektiğini, sivil açıdan anlatmaya çalıştım. Başka yazılarda başka konularda görüşmek dileğiyle…