Zaten bir yere gittiğimiz yoktu. Ancak hükûmetin son dönemde FETÖ ile mücadelesinin gevşediğini görünce yer altına çekilip eski usulde çalışır olmuştuk. Tabii tek sebep bu değil; gönüllerimiz de kırgındı. Özlem Zengin gibi halkta karşılığı olmayan, hatta apaçık bir nefret hissi uyandıran tiplerin -ki biz onlara türbanlı cunta diyoruz- ısrarla korunup palazlanmasına da çok kızmıştık. Elbette bu tür kırgınlık ve kızgınlıklarımız hâlen devam etmektedir. Ancak öte yandan da ülkenin milli menfaatlerini düşünmek, içinden geçtiğimiz sürecin ne denli hassas olduğunu göz önünde tutmak zorundayız.
Manevî cephe himmetini hükûmet üzerinden çekmiş, semaya açılan ellerini kapamış, hüsranını arş-ı âlâya duyurmuştu. Bu net tavır, 14 Mayısı 15 Mayısa bağlayan gece sonlandı. …Ve biz, geri geldik!
Yafes’ten Mete’ye, Mete’den Atilla’ya, Atilla’dan Manas’a, Manas’tan Alpaslan’a, Alpaslan’dan Fatih’e, Fatih’ten Atatürk’e taşınan ölümsüz Türk devleti sancağının manevî hizmetçileri olarak birtakım önemli açıklamalar yapmak üzere bu makaleyi yazıyorum.
6 Şubat 2023 tarihinde ABD’nin saldırısı ile ülkemizin ortasında art arda 7 üzerinde üç büyük depremle vurulduk, yüzbinlerce şehit verdik. Bunu not ettik. Devlet, maalesef şu an karşılık verme gücü olmadığı için ve daha da önemlisi resmî ağızlarla böyle bir açıklama yaparsa siyasi kriz çıkacağı için ABD deprem silahıyla saldırdı diyemiyor. En fazla benim gibiler bu durumu off the record paylaşıyor. Önümüzdeki süreç, bir defa intikam sürecidir. Gerek dışarıda deprem saldırısının failleriyle yüzleşmek için gerekse içeride depremzedelere söven CHP-PKK-FETÖ-HDP zihniyetiyle hesaplaşmak için ince ince intikam alacağız! Her fırsatta söylediğim bir kural vardır; Türk devleti bir kurşunun bile intikamını alır ama sabırla alır, hesap yaparak alır, hiç acele etmez lâkin bugün değilse yarın mutlaka alır. ABD Ankara Büyükelçisinin yerinde olsaydım bu satırları dikkate alır, Washington’a raporlardım. Biz de ABD’yi er geç can evinden vuracağız!
Depremle birlikte iktidar olma umutları artan şer ittifakı, arkasına tüm Batı klübünü ve Batılı gizli servislerin maşası olan sosyal medya fitnecilerini alarak Türkiye Cumhuriyetinin varlığına meydan okumuştur. Yerel yönetimlerde özerklik demek ülkenin bölünmesi demektir, FETÖ’nün kaset montajı kumpasını Rusya ile ilişkilendirmek demek Türkiye’nin yeni Ukrayna olmasını istemek demektir. Bunlar gibi yığınla örnek gösterdi ki Türkiye Cumhuriyeti yüz yıl öncesinde olduğu gibi millî bir cephe oluşturup hainlere karşı pozisyon almalıdır.
Mesela nasıl pozisyon? 90’ların başında ilga edilen İhanet-i Vataniye Kanunu tekrar yürürlüğe konulup İstiklal Mahkemeleri benzeri özel usûl yargılamalar yapan organlar teşkil edilmeli, vatana ihanetin cezasız kalmayacağı ele güne gösterilmelidir.
Şu günde bile Cumhur İttifakına oy verenlere karşı ahlaksız bir sindirme politikası yürütülmekte, ülkenin yarıdan fazlası ötekileştirilerek marjinalize edilmeye, pespaye bir mahalle baskısı ile tercihleri değiştirilmeye çalışılmaktadır. Cesaretini bebek katili PKK’dan, FETÖ’den, DHKP-C’den, ASALA’dan ve sâir terör örgütlerinden alanlar, hiç utanıp sıkılmadan Cumhur İttifakını savunanlara Hizbullahçı-terörist yaftasını yapıştırmaktadır. Bu gözü dönmüş psikolojik harekâtla mücadele edilmelidir.
Söz konusu mücadele çerçevesinde HDP ya da adı her ne ise bölücülük yapan tüm sözde siyasi oluşumlara kalıcı şekilde kilit vurulmalıdır.
Kullanıcıların ekserisi troll hesap ya da Pensilvanya gibi belirli mahfillerin güdümünde olan twitter mutlaka kapatılmalıdır. Twitter her türlü kara propagandanın yürütüldüğü, yalanın dolanın havada uçuştuğu bir fitne yuvasıdır. Elbette birileri viyaklayıp ciyaklayacak ama eğer ki Cumhur İttifakı sosyal medyayı kontrol edemezse sonraki süreçte bunun bedelini çok ağır öder. Tiktok mesela? Sosyal ahlaksızlığın sacayaklarından biri olduğu ve hatta birçok ülkede de yasaklandığı hâlde Türkiye’de böyle bir uygulamanın hâlen yayında olması tam bir akıl tutulmasıdır.
Şer odaklarına karşı verilecek psikolojik harbe verilecek örnekler çoğaltılabilir. Ancak bütün bu mücadelenin de yetkili ve etkili bir merkezden belli bir plan, program, doktrin kapsamında gerçekleştirilmesi şarttır.
Bu minvalde Millî İttifak Senedi gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için olmazsa olmaz niteliğindeki hususları zapturapt altına alan bir belge üzerinde taraflar anlaşmaya çağrılmalı, senede imza atanlarca bir Millî Cephe teşkil edilmeli ve bu cephe en üst derece bir konsensüs ile tüm seçimleri domine etmeli; hainlerin umutları tamamen söndürülmelidir.
Diğer taraftan 3. Dünya Savaşının eşiğinde olduğumuz da unutulmamalıdır. Bugünkü hayat pahalılığın nedenleri pandemide uygulanan yanlış kapanma politikası kadar Devletimizin savaş hazırlığına yaptığı yaptırımdır. Maalesef bu da halka açık açık söylenemiyor ama onca geminin, uçağın, insansız hava aracının, tankın, füzenin, roketin parasının nereden geldiği de düşünülmelidir. Terör mahfillerinin gayet iyi bildiği ama sokaktaki vatandaşın gözünden kaçan böyle durumlar için de etkin bir PR yapılmalıdır.
PR’dan daha önemli olarak millî savunma politikasından asla taviz verilmemeli hatta daha ileri aşamalara geçilmelidir. Bu kapsamda artık nitelik kadar niceliğe de önem verilmelidir.
• Denizaltı, fırkateyn vb. savaş gemilerimizin sayısı katbekat arttırılmalıdır.
• Uçak, helikopter, SİHA taşıyıcı gemilerimizin sayısı ısrarla artıtrılmalı, TCG Anadolu’dan daha büyük gemiler yapılmalı ve önemli bir kısmı da ABD’nin dibine konuşlandırılmalı, Yunanistan da mutlaka arka tarafından çevrilmelidir.
• Destroyer eksikliğimiz kapatılmalı, donanmamıza en az on destroyer acilen katılmalıdır.
• Atak 2 (929) taarruz helikopterlerinde geliştirme, deneme ve üretim aşamaları hızlandırılarak birkaç sene içinde en az bin taarruz helikopteri envantere katılmalıdır.
• KAAN uçakları taarruza meyilli şekilde geliştirilmeli ve yıllar içinde en az bin tane üretilerek hava kuvvetlerimizin envanterine katılmalıdır.
• Füze sistemlerimiz ABD’yi rahatça vuracak şekilde geliştirilmeli ve sayıları alabildiğine çoğaltılarak tüm ülke sathına yerleştirilmelidir. Füzelerin tahrip gücü arttırılmalıdır.
• Altay tanklarından en az üç bin tane üretilerek kara kuvvetlerimizin envanterine acilen katılmalıdır. Tanklar, diğer kara taarruz araçlarıyla desteklenmeli, inovasyona ağırlık verilmeli ama inovasyon çalışmaları seri üretimleri yavaşlatmamalıdır.
• Her kalemde cephane üretimini çoğaltarak stoklar yapmalıyız ve bu stokları sathına yayıp en iyi şekilde korumalıyız. Afyonkarahisar’da yüksek teknoloji ile ABD tarafından patlatılan cephane vakıasından ders almalıyız.
• Asker sayımızı, söz konusu envanter genişlemesi politikasına bağlı olarak arttırmalıyız. Şu anda çok ciddi bir asker açığı bulunmaktadır. Yanı sıra illa profesyonel asker olacak diye de diretmemeliyiz. Orduda herkese ayrı bir görev verilebilir. Ki zaten uzman erbaşlık sistemi çatırdamakta; uzmanlara verilen maaşlar ya da diğer imk3anlar asla beğenilmemekte, kendilerince twitter gibi mecralarda sürekli eleştiri konusu yapılmaktadır. Oysaki bu sınıf askerler ordu içinde çok da üst düzey ya da kalifiye bir grup değildir. Başka bir deyişle vazgeçilmez değillerdir. Dolayısıyla daha ekonomik ve verimli olacağı için eski sisteme dönülmeli, bedelli askerlik kaldırılmalı, vatansever gençlerin gönüllülük esası çerçevesinde ordu içinde istihdamının önü açılmalıdır.
• Ordu içinde komutan karılarının saltanatı ya da devrecilik gibi diğer sorunlar, radikal düzeleme, emir ve talimatlarla çözülmelidir.
• Yedek ordunun sayısı arttırılmalı, seferberlik planları daha etkin hâle getirilmeli, vatanseverliği tescillenmiş kişi ve ailelere savaş hâli beklenmeden askeri malzeme ve teçhizat dağıtımı yapılmalıdır. Söz konusu dağıtımdan rahatsız olan mahfiller ise yukarıda bahsettiğim özel yargılama usulüne tâbi mahkemelerde yargılanmalı ve vatandaşlıktan çıkarma da seçenek yaptırımlar arasında bulundurulmalıdır.
• Türkiye’deki NATO üsleri, özellikle Kürecik, Kisecik ve İncirlik mutlaka kapatılmalıdır ya da kontrollü asimetrik saldırılarla kapatılmaya zorlanmalıdır. Daha da doğrusu Türkiye’nin NATO üyeliğine devam etmesi gitgide milli güvenlik problemine dönüşmektedir. NATO’ya müdahale imkânı veren birçok anlaşma ya da protokol, Türkiye’nin bekası için büyük tehdittir. Bu nedenle Türkiye’nin NATO’dan ayrılma sürecini başlatıp hızla sonuçlandırması elzemdir.
• Sınır bölgesindeki ve stratejik sahalardaki gayrimillî unsurlar zorunlu göçe tâbi tutulmalı ya da başka yöntemlerle etkisiz hâle getirilmelidir.
• Hem deprem gibi felaketler hem de savaş hâli gibi sebepler için tüm yurt sathında çok korunaklı sığınma ve yeni yaşam alanları inşa edilmelidir.
Askerî pozisyon konusunda evvelemirde aklıma gelen bu fikirlerle şimdilik yetinip konuyu uzatmayacağım. Belirttiğim hususlar oldukça kritik öneme sahip olup haklılığım maalesef önümüzdeki süreçte daha iyi anlaşılacaktır.
Gayrimillî unsurlar bilsinler ki vatan için ölmek de öldürmek de şereftir. Maddî ve manevî cihad ruhuna sahip olan, çocukluğundan bu yana şehid olmak için dua eden bizler işte geri döndük, buradayız. Meydanı bebek katillerine bırakmayacağız.
Yazınıza katılmakla beraber doğu ülkeleriyle medyada geniş yer bulacak halde ilişkilerimizi geliştirip dünyanın sadece Batı'dan olmadığını halkımızın anlaması lazım.