Çok duyduğumuz bir kavram olarak ‘medya okuryazarlığı’, dijital iletişimin yükselişine paralel bir seyirle önemini arttırmaktadır. Acaba medyayı doğru mu okuyoruz, yanlış mı okuyoruz; okuduğumuzu anlıyor muyuz, anlamıyor muyuz..? Tabii medya okumaktan ibaret değil, bir de yazarlık tarafı var. Medyayı iyi kötü okuyoruz okumasına da bu yazarlık da neyin nesidir? Hemen söyleyeyim; medya okuryazarlığı derken buradaki yazarlıktan kasıt değerlendirme, süzgeçten geçirme, yorma gibi anlamlara geliyor.
Konu hakkında doktrinde ve literatürde kim ne demiş diye baktığımızda çok da orijinal verilerle karşılaşamıyoruz. Kellner ve Share medya okuryazarlığını; televizyon, video, internet ve benzeri ortamlardaki mesajlara erişme, analiz etme ve bunları eleştirel bakışla değerlendirme yeteneği olarak tanımlıyor. Thoman ise medya okuryazarlığını; internette, televizyonda, radyolarda, gazetelerde, dergilerde sunulan görsel ve işitsel sembolleri anlamlandırma yeteneği diye tarif ediyor. Avrupa Komisyonu 2007 yılındaki geniş kapsamlı bir tanımında medya okuryazarlığını; kişisel yetenekleri kullanarak mevcut medya araçlarıyla iletişim kurma ve buna ilaveten günlük hayatta karşılaştığımız iletilere, imgelere ve seslere erişim, onları analiz etme ve değerlendirme yeteneği şeklinde tanımlamış. Medya denince bizde konuyla ilgili önde gelen kurumlardan biri olan RTÜK’ün açık verilerine göre ise medya okuryazarlığı; büyük çeşitlilik gösteren ve yazılı veya yazılı olmayan formatlardaki (televizyon, video, sinema, reklâmlar, internet vb.) mesajlara ulaşma, bunları çözümleme, değerlendirme ve iletme yeteneği kazanabilme şeklinde tanımlanıyor. Durak ve Seferoğlu, bu tanımlama çerçevesinde medya okuryazarlığının erişim (etkileşim), çözümleme (analiz), değerlendirme (eleştirme) ve üretim (sentez) başlıkları altında dört temel bileşeni olduğunu söylemekte.
Bana göre ise medya okuryazarlığı, medyanın verdiği mesajı medyanın istediği ve yönlendirdiği şekilde değil de objektif gerçekler ışığında yorumlayabilmektir.
Her ne kadar medya okuryazarlığı janjanlı bir kavrammış gibi tasavvur edilse de az önce de belirttiğim üzere doktrinde ve literatürde hakkıyla irdelenebilmiş bir mefhum değildir. Oysaki günümüz dijital dünyasının postmodern iletişim bombardımanı altında bocalayan insan uygarlığı için medya okuryazarlığının ne olduğunu lâyıkıyla bilmek; ama daha da önemlisi nasıl bir savunma mekanizmasıyla bu bombardımandan korunulabileceğini kestirmek elzemdir.
İyi bir medya okuryazarı olabilmek için öncelikle ‘hangi medya’ sorusuna cevap vermek gerekir. Klasik kaynaklar bu soruya, yazlı medya, görsel medya, sosyal medya gibi iptidai cevaplar vererek en başından okurları yanıltmaktadır. Elbette medyanın farklı tezahür şekilleri, kendine göre çeşitleri vardır ancak medya denince şekilciliğe takılı kalmak son derece yanlış bir yaklaşım olacaktır. Zira etkileşimde bulunduğumuz medya aracının yazılı, görsel ya da başka şekilde olması, medya okuryazarlığının felsefi anlamı açısından hiçbir önem ifade etmez. Bizim için önemli olan, verilen mesajın gerçekler karşısındaki durumu ve bizim bunu nasıl yorumlayabileceğimizdir. Oysaki medya; dürüst medya, sahtekâr medya, eğlencelik (ciddiyetsiz) medya, televole (magazin) medyası, dost medya, düşman medya, millî medya, yabancı medya gibi daha gerçekçi çeşitlere ayrılır. Ayakları yere bastığı için en doğru tasnif de budur. Genel kapsamdan bakınca itiraf etmek gerekir medyanın çoğu sahtekâr ve yalancıdır. İletişim sektörünün içinden biri nasıl olmuş da böyle bir kanaate varmış diye sorgulayabilirsiniz. Sektöründen içinden olmak kafayı kuma sokup doğruları reddetmeyi gerektirmediği gibi gerçekleri itiraf etmeye de engel değildir. Bugün Türkiye’de bir anket yapsanız ve “medyaya güveniyor musunuz” diye sorsanız toplumun en az yüzde doksan dokuzunun “hayır, güvenmiyorum” dediğini görürsünüz. Yine toplumun çok ama çok büyük bir kesiminin medyadan nefret ettiği hatta tiksinti duyduğu da gerçektir. Bütün bu gerçekleri göz önünde tutmadan medya okuryazarlığı ahkâmı kesmek milletin aklıyla dalga geçmektir.
Etkileşimde olduğumuz ve okuryazarlığına soyunduğumuz medya organının ahlakî pozisyonunu belirledikten sonra iletişimin -yine şekline değil- içeriğine göre ikinci bir tasnif yapmalıyız. Karşımızdaki mesaj kaynağı magazin yayını mı, haber sunumu mu, tartışma programı mı, videolu iletişim enstrümanı mı, teknolojik tabanlı bir ifade kanalı mı..? Yapacağımız tasnif, ne aradığımızı ve ne bulmayı ümit ettiğimizi tayin açısından önemlidir. Zira medya okuryazarları binlerce konu arasından doğal olarak ilgilerine çeken konulara odaklanırlar. Bu ayrımı da kavradıktan sonra nihayet etkileşimde bulunduğumuz medya kaynağının okuryazarlığına soyunabiliriz.
Doktrinde medya okuryazarlığı denince karmakarışık diyagram veya tablolarla doldurulmuş süslü ama tam takır kuru bakır anlatımlara rastlayacaksınız. Şimdi hepsini bir tarafa bırakın, bana odaklanın.
Toplumsal konsensüsle Türkiye’de medyanın ezici çoğunluğunun, yurt dışında ise genelinin yalan dolan üzere kurulu olduğunda hemfikiriz. Madem öyle karşımızdaki medya yayınını gördükten sonra, örneğin bir gazetenin sürmanşetini okuduktan veya sosyal medyadaki bir ayakkabı reklamını inceledikten sonra sırayla şu adımları izlemeliyiz:
• Evvelemirde bu işin doğrusu nedir diye araştıralım. Özellikle ilgilendiğimiz bir konuyla karşı karşıyaysak, gerçekte olanı veya olması gerekeni tespit ederek okuryazarlığa başlamalıyız. Örneğin medyadaki bir tartışma programında bir düzine profesör bir araya gelip şarabın faydalı olduğuna dâir usturuplu ifadelerle bir yığın laf edebilir. Bu aşamada bizim yapmamız gereken şarabın –diğer alkollü içecekler gibi- faydalı değil zararlı olduğunu şeksiz şüphesiz kabul etmektir.
• İkinci aşamada bize dayatılan sahte mesajın niçin dayatıldığını, mesaj kaynağının amacının ne olduğunu anlamaya çalışmalıyız. Aynı örnekten devam edelim; profesörler şarabın faydalı olduğunu niçin anlatıyor. Bu aşamada değerlendirmemiz gereken şıklar aşağı yukarı aynıdır. Ya bir şarap lobisinden rüşvet niteliğinde ama rüşveti masum göstermek için teşvik ya da prim adı altında maddi menfaat temin edilmiştir. Ya salt kötü niyetle ve toplumun sağlığının bozulması amacıyla hareket edilmektedir ki bunda da birtakım çevrelerinin menfaati olabilir; zira bireylerin ve toplumun sağlığı bozulunca ilaç sektörü, sağlık sektörü, hizmet sektörü gibi birçok dolaylı sektörün işleri açılacak ve kazançlarında süreklilik sağlanmış olacaktır. Ya da medya organının sinsi bir organizasyonu çerçevesinde profesörler kurnazca manipüle ediliyor olabilir. Örneğin moderatör öyle sorular sorar ki ortaya bambaşka anlamlar çıkabilir. Bütün bu şıkların birkaçı bir arada da olabilir. Bu örnek olasılıkları düşünerek, verilen yanlış mesajın sebebini irdelemek gerekir. Akı kara, karayı ak göstermek medya tarafında normalleşmiş sıradan bir aktivitedir. Ancak toplumun bilinç düzeyi yüksek olursa gerçeklere ve sahteliklere olan farkındalık artacağı için akı kara, karayı ak gösterme gayretleri zamanla boşa çıkacak ve tepkiler yükselmeye başlayınca da mevcut pozisyonda tutunmak zorlaşacaktır. Toplumun bilinç düzeyi yüksek değilse –örneğin Türkiye gibi ülkelerde olduğu gibi- medya enstrümanları hiç de kafaya takmadan alışageldikleri yanıltma-yöneltme fonksiyonunu neşe ile devam ettirmekte beis görmezler.
Bir de popülarite için yanıltma-yöneltme aktivitelerinin içinde yer alanlar vardır. Yine örneğimizden devam edelim; şarabın hiç bilinmeyen müthiş bir faydasının olduğu yalanı ortaya atılabilir ve bunu ortaya atanın gâyesi gerek toplum nazarında gerekse kendi sektöründe öne çıkarak sükse yapmak olabilir. Yahut bu kişiyi öne çıkaranlar, onun toplum nazarında popüler biri hâline gelerek önünün açılmasını, sivrilmesini istiyor olabilir. Zira unutmayalım ki medya, toplum mühendisliğinin uygulama alanıdır! Çarpıcı bir örnek vermek isterim. Bizde toplumu sarsan bir olayla karşılaşıldığı zaman ekranlarda hemen bir yığın uzmanla karşılaşırız. Memlekette ne çok uzman varmış dersiniz. Deprem uzmanları, bulaşıcı hastalık uzmanları, ekonomi uzmanları, savunma sanayi uzmanları, strateji uzmanları… Bu liste hiç bitmek bilmez. Oysaki yine biliriz ki bize uzman diye takdim edilenlerin çoğu tıngır tenekedir. Kahvehanelerde okey oynayan nice kimseler vardır ki medyada bilmişlik taslayan sözde uzmanlardan çok daha uzmandır. Hayatında su teresi görmemiş birinin ekranlara çıkıp çiftçilere su teresinin cari yılda neden az mahsul verdiğini ukalaca anlattığını düşünün, çiftçiler buna gülüp geçmez mi? Maalesef birçok konuda olduğu gibi uzmanlık konusunda da hiper enflasyon yaşayan bir ülkeyiz. Bu durumda ne yapılmalı? Bize uzman diye takdim edilen şahısların aslında uzman değil, büyük olasılıkla ilgili medya kanalıyla ilişkileri iyi, torpili kuvvetli bir şahıs olduğunu göz önünde tutmak gerekir. Profesörler için de durum aynıdır. Bir konuda o konunun hâkimi olan, o konunun otoritesi kabul edilen kimseler medyada boy göstermez; aksine medya ile ilişkileri iyi olan, medya patronlarının istediği şekilde konuşan veya mevcut politik düzende siyasilerin ayağına basmayan, statükoyu sarsmayan profesörler boy gösterir. Üstelik bunlar bize ak sakallı, ak saçlı büyük allâme gibi tanıtılırlar. Oysaki Türkiye’deki akademinin durumu içler acısıdır; somut örneklerle neden içler acısıdır diye anlatıp konuyu dağıtmak istemiyorum, şu kadarını söyleyeyim Türkiye’deki üniversitelerin ve üniversite eğitimim kalitesi ve tabii ki akademisyenlerin kalitesi, dünya ülkeleri arasında ilk yüze girememektedir, hatta ilk beş yüze de girememektedir. Bugün Türkiye’nin yüksek tahsildeki uluslararası saygınlığı, bırakın Avrupa, Amerika, Asya kıtasındaki ülkeleri Ortadoğu’daki rakiplerinin bile gerisinde kalmıştır. İsrail’deki, körfez ülkelerindeki hatta İran’daki üniversiteler ve tabii üniversite hocaları, bizimkilere kıyaslanamayacak derecede donanımlıdır. Ortadoğu’nun hatta Afrika’nın en ücra ülkelerinde bile apartman katlarına açılmış fakültelere, tabela üniversitelerine, ulufe dağıtır gibi akademik kadrolara atama yapılmasına rastlayamazsınız. Böyle bir akademik kalitesizlik gerçeği ortadayken medyanın sürekli birilerini bilmem ne uzmanı diye parlatmaya çalışması, bilinçli bir medya okuryazarı için kolay kolay düşülecek tuzak olmamalıdır.
• İşin doğrusunu, aslını astarını öğrendikten ve verilen mesajın neye hizmet ettiğini çözümledikten sonra nasıl bir pozisyon alınması gerektiği düşünülmelidir. Aynı örnekten devam ediyorum; ekranlarda şarabın birtakım sözde bilim insanlarınca ballandıra ballandıra anlatılıyor olması durumunda yapılması gereken hemen kanalı çevirmek midir? Bu eylem yanlış olmamakla birlikte bir yerde sorumluluktan kaçış anlamına gelmektedir. Bir iletişim uzmanı olarak benim tavsiyem, üçüncü aşamada böyle kaçamak bir yol tercih etmektense insanî bir tepki göstermektir. Örneğin ilgili medya yayınına ulaşarak doğruları aktarmaya çalışmalı, sözde bilim insanlarının maskesini düşürmek için gayret sarf etmeli, kendi mütevazı medya araçlarımızda -ki artık günümüzde sosyal medya sayesinde herkes az çok medya gücüne sahiptir- vakıayı eleştiren ve doğruları (işin aslının ne olması gerektiğini) anlatan bilgiler paylaşmalı ve elbette yakın çevremizi en etkin şekilde uyarmalı ve aydınlatmalıyız.
Medya okuryazarlığı sürecinin aşamalarını şu şekilde olduğu gibi özetleyerek toparlayabiliriz:
Konunun teknik boyutları dışında evrensel bir yönü de bulunuyor. Enformasyon sadece bilindik medya araçları ile sınırlı olmadığı gibi kişinin algıları ile mesaj kaynağı arasındaki bir etkileşimle de sınırlı değil. Dolayısıyla bize yol gösteren ilahî kaynaklar da var.
Kur’an-ı Kerim’de Hucurat Suresinin 6. ayetinde Allah diyor ki:
“Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.”
Bazılarınız medya okuryazarlığıyla Kur’an ne alaka gibi ergen soruları sorabilir. Zira ‘modern’ eğitim sisteminde dinî kaynaklara yer olmadığı gibi dinî kaynakları ama özellikle de İslamî kaynakları referans göstermek gericilik, yobazlık, bağnazlık gibi hakaretamiz sıfatlarla yerilmekte hatta alay konusu edilmektedir. Modernitenin kavramsal anlamı süslü kelimelerle örtülü inanç düşmanlığı olduğuna göre modernite fetişislerini kâle almak için geçerli bir sebep de yoktur. Ol veçhile aktardığım ayetten devam ediyorum.
Fasık, ortalığı karıştıran, kötü niyetli, kötü kalpli kimsedir. Yukarıda vasıfları uzunca açıklanan günümüz modern medyasının fıkıh ilmindeki terimsel karşılığıdır. Fasıkların haberlerine körü körüne inanırsanız, başka bir tabirle bilinçli medya okuryazarlığı yapmazsanız bilmeden bir topluluğa zarar verirsiniz ve kötülüğe alet olduğunuz için pişmanlık duyarsınız deniyor. O hâlde biri bize bir haber getirince veya bir yerde bir habere rastlayınca doğru mu yanlış mı diye irdelemek, araştırmak insanî bir sorumluluktur. Sırf kendi iyiliğimiz için de değil; aynı zamanda yaşadığımız ülkenin, mensubu olduğumuz toplumun huzuru ve esenliği için bu sorumluluğu taşımalıyız.
Bir de nebevî bir kıssa ile konuya açıklık getirelim.
Velîd b. Ukbe, Benî Mustalik kabilesinin zekât vergisini toplamak üzere gönderilir. Velîd yolda iken birisi, bu kabileden silahlı bir grubun yola çıktığı haberini getirir. Velîd, onların savaşmak için çıktıklarını düşünerek geri dönüp Peygamberimize durumu anlatır. O da haberin doğru olup olmadığını araştırmak ve gereğini yapmak üzere Hâlid b. Velîd’i gönderir. Hâlid b. Velid kabileye yakın bir yerde konaklayarak durumu araştırır; söz konusu grubun ezan okuyup namaz kıldıklarını, İslâm’a bağlılıklarının devam ettiğini tespit eder ve Medine’ye döner. Sonunda onların, zekât tahsildarı geciktiği için durumu öğrenmek ve zekâtı kendi elleriyle Hz. Peygamber’e teslim etmek üzere yola çıktıkları anlaşılır.[1]
Peygamberimizin Hucurat Suresi 6. ayette buyrulduğu gibi davrandığı ve böylelikle ciddi sonuçları olabilecek büyük bir yanlıştan dönüldüğü görülmektedir. Enformasyon ve dezenformasyonun son derece kısıtlı olduğu o zamanlarla şimdiki ‘modern’ zamanı kıyaslayın. Medya okuryazarlığının ne kadar önemli bir mefhum olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
Bu kadar kelam yeterli olsa gerek. Cümleten iyi okumalar, iyi yazmalar…