İyi iletişim, akademik çevrelerde tanımı henüz yapılmamış, yorumu bizatihi halka bırakılmış bir kavramdır. Bununla beraber iyi iletişim nedir sorusuna, kötü iletişimin zıddı veya kısaca sağlıklı iletişim, güzel iletişim gibi cevaplar verilirse bu önemli mevzuya yazık edilmiş olur. Zira iyi iletişim, yaşantımızın her anında ihtiyaç duyduğumuz çok ama çok önemli bir konudur. Sosyalleşirken, bir işe atılırken, bir iş bitirirken, savunma yaparken, adalet ararken, tedavi olurken… Doğrusu say say bitmez. İşte bu nedenle herkesin iyi iletişime dâir bilgilenme ve bilinçlenme hakkı vardır diye düşünerek konuyla ilgili tecrübelerimi anlatmak istedim. Söz konusu anlatımımı ise örnek fıkralarla daha çarpıcı hâle getirerek başka bir iyi iletişim örneği sergilemeyi düşündüm. Haydi başlayalım.
Tüyomuz: Bezdirici olmayın.
Fıkramız:
Bir ördek manava girer ve sorar:
- Ekmek var mı?
- Yok.
- Ekmek var mı?
- Yok.
- Ekmek var mı?
- Yok.
- Ekmek var mı?
- Yok dedik ya.
- Ekmek var mı?
- Eğer bir daha sorarsan seni duvara çivilerim.
- Çivi var mı?
- Yok.
- Ekmek var mı..?
Bu fıkra çok fazla tekrarın karşı tarafta öfkeye ve hatta bazen sözlü ya da fiili şiddete varan nahoş durumlara neden olabileceğini gösterdiği için seçilmiştir. Arife tarif gerekmeyeceği gibi arif olan bir sözden de anlar; toplumun ekserisi özellikle ikinci tekrardan itibaren yüzünü ekşitmeye başlamaktadır. Teklif var ısrar yok deyimi gerçekten mükemmel bir iletişim konseptini ortaya koymaktadır ancak çoğumuz ısrarcılık hatasına düşerek karşı tarafı sıkboğaz ederiz. Toplumumuzda özellikle misafirliklerde ısrarcılık iyi bir şey zannedilir. Misafire aç mısın, tok musun diye sorulsa da sorulmasa da önüne bir yığın ikram getirilir. Hele ki bayramlarda şeker komasına girmeyenimiz yoktur. Oysaki misafirler açıkça “teşekkür ederiz, almayalım, çok tokum, lütfen, lütfen, lütfen” der dururlar; ama nafile! İnsanları bezdirmemek lazım. Lütfen ısrar ve tekrar alışkanlığımızı bırakalım.
Tüyomuz: Soruya soruyla cevap verenlerin tuzağına düşmeyin.
Fıkramız:
Şehrin hayırsever vakıflarından birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler.
Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışır.
- Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 dolar, ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?"
Avukat bir süre düşündü, sonra:
- Öncelikle, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi?
Görevli utandı:
- Şey... Hayır.
- Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu?
Görevli utancından kıpkırmızı kesilmiş bir halde özür dilemeye çalışırken avukat onun sözünü kesti:
- Ya da kızkardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?"
Görevli yerin dibine geçmişti sadece:
- Hayır, hiç bir bilgim yoktu... Diye mırıldanabildi.
Avukat bir kez daha onun sözünü keserek devam etti:
- Pekâlâ ben onlara zerre miktar para vermezken size niçin vereyim?
Bu bir avukat fıkrası. Avukatların nasıl laf ebesi olduğunu ya da olması gerektiğini hepimiz biliriz. Hatta avukatlık bir nevî konuşarak ikna etme sanatıdır. Bu konuşmanın her zaman kelimelerden, cümlelerden ibaret olması gerekmez. Bir diyalog esnasında jest ve mimiklerden tutun da karşı tarafı sorularla tuzağa düşürmeye dek her çeşit enstrümandan faydalanılabilir. Fıkramızda hassas yerinden yakalanan avukat, taarruzu geri püskürtmek için önce güçsüz ve çaresiz görünerek düşmanı afallatıyor. Bu taktiği de karşı sorularla uygulamaya koyuyor. Biri size soru sorduğu zaman cevaplamak zorunda değilsinizdir. Bundan daha iyi bir fikir ise soruyu cevaplar gibi görünmektir. Bundan da iyisi de vardır; o da soruya soruyla yanıt vermektir. Örneğin okulunu uzatan bir öğrenciye bir akrabası okul durumunu sormak için nasılsın diyerek söze başlamışsa ve öğrenci de bunu daha soru sorulurken sezmişse ‘nasılsın’ sorusunun cevabını vermeden hemen konuyu soru soranın özel durumuna getirmeli; örneğin sizin çocuğun dersleri ne oldu veya arka mahallede aşı olanların hepsi beyin felci geçirmiş sizde de bir arıza oldu mu gibi sorularla karşı tarafı bunaltmalı veya konuyu değiştirmelidir. Fıkramızdaki avukat soruya soruyla karşılık vermeyi bir ajitasyon aracı olarak kullanmış ama aynı zamanda güzel de bir iyi iletişim örneği sergilememiş mi? Kendisini alkışlıyoruz.
Tüyomuz: Sade olun.
Fıkramız:
İlkokul öğretmeni sınıfta Cennet’e gitmek isteyenlerin ellerini kaldırmalarını ister. Yalnız Temelcik elini kaldırmayınca hoca merak eder ve sorar:
- Sen gitmek istemiyor musun?
- İster idum ama anacum okuldan sonra hemen eve gel dedu.
Basit düşünmek basitlik değildir. Saf kalpli olmak da saflık değildir. Ne kadar sade olursanız karşınızdaki insana o kadar güven verirsiniz. Çok lafta çok yalan olur şeklinde halk arasında yerleşik bir düstur bulunmaktadır. Gâyet de doğrudur, dikkat etmek gerekir. Öte yandan insanın annesinin tembihine her halükârda sadakatle uyması gibi ilk başta tebessüm edilesi ama dikkatle düşünüldüğünde tebrik edilesi davranışlara hayatımızda bol bol yer verelim. Günün sonunda kazanan biz oluruz.
Tüyomuz: Sen sus, gözlerin konuşsun.
Fıkramız:
Temel otobüse binmiş. Sormuşlar,
- Ne yaptın, pilet aldın mi?
- Piletci sankim pilet almamuşum gibi paga manali manali paktu.
- Peki sen ne yaptın?
- Pen de sankim pilet almişum gibi ona manali manali paktum.
Konuşmanın sadece sözlerle olmayacağını anlatan bu fıkra, aynı zamanda karşı tarafla doğru temas kurulduğunda birtakım sıkıntılı durumları savuşturabileceğimizi de gösteriyor. Karşılıklı diyaloglarda söz, hâl ve hareketler uyumlu ve orantılı olmalı. Örneğin size uzaktan eliyle ‘ne haber’ dercesine dostane bir işaret yapan tanıdığınıza siz bağırarak ‘iyilik güzellik’ diye yanıt verirseniz abes kaçar. Siz de ona aynı şekilde elinizle ‘hamdolsun iyiyim, senden ne haber’ dercesine bir karşılık vermelisiniz ki zaten yapılan budur. Merak etmeyin, herkesin kendine göre bir işaretle anlaşma dili vardır ve bu hiçbir zaman hiçbir yerde iğreti durmaz. Ya da kendini göstermek için daima yüksek sesle konuşan, bir o kadar da kendini beğenmiş birini düşünün. Karşısında ise nazik, kibar, düşük sesle ve düşünerek konuşan biri olsun. Bu iki kişi elbette kolay diyalog kuramayacak ve asla iyi birer dostluk kuramayacaklardır.
Tüyomuz: Mantıklı olun.
Fıkramız:
Bir bilim adamı pirelerle deney yapıyor. Pireye “sıçra” diyor. Pire sıçrıyor. Pirenin kanatlarını koparıyor ve “sıçra” diyor, pire yine sıçrıyor! Raporunu şöyle yazıyor:
- Pire kanatları kopmuş olduğu hâlde zıpladı.
Bu sefer ayaklarını koparıyor ve “sıçra” diyor, pire zıplayamayınca 2. raporu şöyle yazıyor:
- Pirenin ayakları kopunca kulakları duymuyor.
Bu fıkrada gözlemleri doğru yapmanın, verileri doğru analiz ederek kendini ifade etmenin önemi anlatılıyor. Olaya şu yönden bakmanızı istirham edeceğim: Ortada yanlış bir lafın döndüğü bazı zamanlarda lafın sahibi söylediklerini doğrulamak için hemen savunma mekanizmasına geçip başka yanlış örneklere gönderme yapar. Oysaki hiçbir zaman iki yanlıştan bir doğru çıkmaz, üç yanlıştan da bir doğru çıkmaz. Yanlış, yanlıştır; doğru da doğru! İyi bir gözlemci olmazsanız, akıl ve mantığınızı iyi kullanamazsanız kendinizi iyi ifade edememekten öte eş dost içinde rezil durumlara düşebilirsiniz. Az bilginiz varsa az konuşun, çok dinleyin. Mantıksal çıkarımlar yapma noktasında sorunlar yaşıyorsanız hiç konuşmayın, hep susun. Örneğin dünyanın düz olduğunu iddia edenler var. İddialarını nasıl temellendiriyorlar diye dinleyecek olduğunuz zaman sizi önce bir gülme tutuyor, sonra da durum trajikomik bir hâl alınca karşınızdakine acımaya başlıyorsunuz. O yüzden dünya düzdür diyenler lütfen o konuda hep sussunlar. Ve daha nice örnekler…
Tüyomuz: Alıştırarak söyleyin.
Fıkramız:
Doktor, hastasına o güne dek yaptığı tahlillerin sonuçlarını açıklayacak:
- Size bir kötü, bir de daha kötü haberim var. Önce kötü haberi vereyim. Test sonuçlarına göre 24 saatlik ömrünüz kalmış. Deyince hasta adam yıkılır:
- Hayır, olamaz. Buna inanamıyorum: Fakat bundan daha kötü haber ne olabilir? Doktorun yanıtı kısadır:
- Dünden beri size ulaşmaya çalışıyorum!
Bir diyalog esnasında diyeceklerinizi önem sırasına göre sıralayın. En kritik mevzuyu en başa alırsanız diyaloğun geri kalan kısmı tatsız tuzsuz olacaktır. En azından önemli mevzular kafanızdaki konuşma planının ortasında yer almalıdır. Her durumda başlangıçtaki konuşmaların daha önemli mevzular için bir hazırlık olduğunu unutmayın. Özellikle kötü bir haber vermek gerekiyorsa bu strateji tercih edilmelidir.
Tüyomuz: Yönlendirici olun.
Fıkramız:
Babası oğluna görgü kuralarını öğretiyordu:
- Örneğin oğlum, bir eve gittik. Onları yemek yerken göndük, ilk sözümüz ne olmalı?
- Afiyet olsun, der oğlu. Baba:
- Peki neden bu söylenir? Deyince oğlu:
- Neden olacak, buyurun desinler diye! Der.
Bu fıkrada önemli bir iletişim stratejisine gönderme var. Konunun kafanızdaki mevzuya gelmesi için bazen siz öncü sorular sorarak ya da karşı tarafı konuşmanızla yönlendirerek diyaloğu yönetebilirsiniz. Bunun için bir miktar akıllı düşünme ve konuşurken hızlı plan yapabilme becerisi gerekir. Bu strateji aynı zamanda bir sorgulama tekniğidir ve gerek güvenlik güçlerince gerekse hukukçularca sık sık kullanılmaktadır.
Tüyomuz: Arada karavana atın.
Fıkramız:
Hakim Sorar:
- Oğlum adın nedir?
- Temel ama, ‘Z’si yok!
Hakim:
- Temel'de ‘Z’ olur mu be adam?
- Haçan hakim pey ne kızayısun, pen de zaten ‘Z’si yok dedum!
Sürekli ciddi konuşmak, bir konuyu habire eşelemek ortamı gerer. Gerginliği dağıtmak, hem karşı tarafı hem de kendinizi rahatlatmak için diyalog esnasında konuyla ilgili gibi görünse de gerçekte ilgili olmayan bir şeyler söyleyebilirsiniz. Neticede insanların neyi, nasıl, ne zaman konuşacaklarına dâir hiçbir kısıtlama yoktur, konuşma özgürlüğü vardır. Örneğin bir mülakat esnasında konu sizin gelecek planlarınıza gelmişse siz dinozorların hiç hesapta yokken göktaşlarıyla bir anda yok olduğuna dâir konuyla alakalı gibi görünen ama alakasız olan bir ayrıntı verebilirseniz. Bunu yaparanız konunun bir anda dağıldığını ve karşı tarafın da kafasının karıştığını göreceksiniz.
Tüyomuz: Kontrataklara çıkın.
Fıkramız:
Kızın biri okulda çok geveze idi. Herkes şikâyetçiydi. Müdür bir gün kızın babasına telefon edip şikâyetlendi:
- Kızınız çok geveze, diliyle ortalığı karıştırıyor. Lütfen çaresine bakınız.
Baba cevap verir:
- Siz gelin bir de annesini görün, geveze nasıl olurmuş!
Bazen diyaloglar karşı taraf size sözlü saldırıda bulunuyormuş gibi bir hâl alır. Oysaki kimsenin sizi paralamaya hakkı yoktur. Had bildirmesi gereken bir taraf varsa o da siz olmalısınız. Ancak bu da bir strareji çerçevesinde gelişmelidir. Stratejini başarılı şekilde uygulayabilmek için önce karşı tarafı sakince dinlemeli ve tüm kurşunlarını bitirmesini beklemelisiniz. Sıra size geldiğinde karşınızdakinin bilmediği bir bilgiyi ustaca ortaya koyarak onu pes ettirmelisiniz. Diyelim ki TV’de tartışma programına katılan ve görüşleri sorulan uzman konuksunuz. Çalışmadıpınız yerden gelen, sizi zorda bırakacak bir soruyla karşılaştınız. Siz hemen konuyla ilgili, hatta sorunun cevabı göbi görünen başka bir bilgi vererek soruyu savuşturabilirsiniz.
Tüyomuz: Mantıkî çıkarımlar yapmayı unutmayın.
Fıkramız:
Anne küçük kızına anlatıyordu.
- Bak kızım, gelinler en mutlu günleri olduğu için nikâhta beyaz giyerler.
Küçük kız bir an düşündü.
- Yaa... Şimdi damatların neden siyah giydiklerini daha iyi anlıyorum...
Bu kısa fıkrada küçük bir kız bize mantık dersi veriyor. Eğer böyle mantıkî çıkarımlar yapararak konuşursanız emin olun kısa zamanda çevrenizde ‘akıllı’ biri olarak anılacak, ekstra saygı göreceksinizdir. Çünkü ancak akıllılar mantıkî çıkarımlar yapar ve onların sayısı da pek fazla değildir. Aynı zamanda bu tür çıkarımların bazen mizahî yönü olabilir. Bu da diyaloğunuzu daha renkli hâle getirecektir.
Tüyomuz: Yerinde ve yeterince konuş.
Fıkramız:
Hocaya sormuşlar:
- Hz. Nuh'un gemisine zeytin dalını getiren güvercin dişi miydi, erkek miydi?
Hoca hemen cevaplamış:
- Mutlaka erkekti, dişi olsaydı ağzını o kadar uzun süre kapalı tutamazdı ki!
Kadınların çok konuştuğunu ima eden bu fıkranın epey meşhur olduğunu üzülerek söylemeliyim. Ancak çıkarmamız gereken bir ders var; çok konuşmak asla ve kat’a iyi değildir. Çok konuşan kişiler her zaman kötü ima ve tasvirlerle anılırlar ve sohbetlere pek çağrılmak istenmezler. Elbette ki erkek ya da kadın çok konuşur diye bir ezber yoktur. Bu daha çok mizaç meselesidir. Bazıları zor konuşur ama konuşmaya başlayınca zor susar, bazıları birden heyecanla konuşmaya başlar ama konşacaklarını tüketince suskunlaşır, bazıları hep suskundur hatta ağızlarından zorla laf alırsınız, bazıları da konuyla alakalı alakasız, gerekli gereksiz diye düşünmeden hiç susmadan, es vermeden konuştukça konuşur. İşte bu sonuncu gruba ‘geveze’ diyebiliriz. Çok konuşan çok açık verir, çok pot kırar, çok kalp kırar. En iyisi elbette ölçüyü tutturabilmektir. Ölçüyü tutturamayanlar ise peygamber fıkrasına konu bile olsalar olumsuz çağrışımlarla anılırlar.
Tüyomuz: İsabetli sorular sorun.
Fıkramız:
- Temel Bey, dairelerimiz aynı genişliktedir. Sen evi duvar kâğıdıyla kaplattın? Ben de evin duvarlarını kâğıtla kaplatacağım. Ne kadar duvar kağıdı aldın?
- On yedi top aldum.
Komşu da gider on yedi top duvar kâğıdı alır, evi kaplatır ama elinde epey kâğıt kalınca.
- Yahu Temel, ben de on yedi top aldım ama yedi top arttı!
- Eyi, benum da o kadar artmıştı!
İsabetli soru sormak o kadar önemlidir ki neredeyse başlı başına bir iletişim sanatıdır. Eksik ya da yanlış soru sorduğunuz zaman yanlış cevaplar alır ve devamında mutsuz olursunuz. İsabetli soru sorabilmek içinse öncelikle cevabını aradığınız konuya belli ölçüde hâkim olmanız ve tam olarak yanıtını aradığınız soruyu sormanız gerekir. Muhtemelen siz de rastlamışsınızdır; Doğu Karadeniz’de isabetli soru soramadığı için veya meramını net şekilde ifade edemediği için kendini tebessüm ettiren gelişmelerin içinde bulanlar, başlarından geçenleri daha sonra fıkra tadında anlatırlar.
Tüyomuz: Yersiz nezaket iyi değildir.
Fıkramız:
Temel bir hemşerisinin fırınından bir ekmek alacak. Kafasını fırından içeri uzatır:
- Ha oradan bi ekmek vermeni rica edeyirum!
- Ula parasını verecek misun?
- Elbette vereceğum.
- Haçan parasını vereceksen ne diye rica edeyisun?
Nazik, kibar, âlicenap olmak gibi insana değer katan özellikler yerli yerinde kullanılmazsa nahoş durumlar ortaya çıkar. Bir söz söyleyeceğiniz zaman adama bakın adam mı diye, lafa bakın laf mı diye, yerine bakın yeri mi diye, zamanına bakın zamanı mı diye! Böylelikle laflarınız daha kıymetli hâle gelir. Lafı kıymetli olanın kendi de kıymetli olur. Fıkradaki gibi yersiz veya gereksiz veyahut aşırı bir nezaket sarmalına girerseniz karşı tarafı irrite edersiniz. Her şeyde olduğu gibi nezaketinizin sınırlarında da ölçünüz olsun. Elbette size nezaketi bir tarafa atın demiyorum; sadece yerinde ve yeterince yapın diyorum.
Tüyomuz: Sorunlarınızı çözmek için iletişime geçin.
Fıkramız:
Saf bir Erzurumlu şehirler arası otobüs yolculuğu yaparken mola yerinde otobüsünü şaşırmıştı. Anonsu duyunca kalkmakta olan otobüsten içeri dalıp seslendi:
- Dadaşlar hele bir bahın ben bu otobusun yolçusu miyam?
İletişimin amaçlarından biri de sorunlarınızı çözmenizdir. Bu da meramınızı en doğru ve öz şekilde anlatıp probleminiz için yardım talep etmenizle başlayan bir süreçtir. Örneğin ‘imdat’ kelimesi harika bir iletişim aracı ve tabii etkili bir yardm talebidir. Fıkradaki Erzurumlu otobüsü kaçırma paniğiyle belki de o an denenebilecek en etkili çözümü bulmuş. Otbüsle şehirler arası seyahat eden birçoğumuzun bildiği bir sorun vardır: Mola bitiminde zaman kaybetmeden onlarca otobüs arasında doğru olanına yönelmek! İşte böyle durumlarda hemen etkili iletişim yollarına bavurmanız yararınıza olacaktır.
Tüyomuz: Yârenlik yapın.
Fıkramız:
Küçük çocuk ninesine;
- Senin gözlüklerin her şeyi büyütüyormuş, doğru mu nine?
- Evet yavrum, neden sordun?
- Ne olursun nineciğim, tabağıma tatlı koyarken gözlüğünü çıkar olur mu?
Yârenlik yapmak nedir? Kalp kırmadan takılmak, gönül alarak şakalaşmak, üzmeden bir sorunu dile getirmek demektir. Bazen torunlar ninelerine, dedelerine yârenlik yaparlar. Nasıl yaparlar? Onlarla vakit geçirip yalnızlıklarına ortak olurlar, tebessüm ettirici karşılaştırmalar yaparak onlara anılarını anlattırırlar, duydukları enteresan anekdotları kurcalayıp küçük yaramazlıklar da yapabilirler. Kısaca yarenlik yapmak hoşça ve dostça vakit geçirmektir. Böyle olduğu zaman minik meseleleri de zorlanmadan yoluna koyarsınız. Fıkrada tabağa az tatlı konması gerçekten minik bir sorundur ve torunu ninesine bunu doğrudan söylemek yerine onu üzmeyecek şekilde takılarak söylüyor. Siz de hayatınızda bol bol yârenlik yapmayı ihmal etmeyin. İllâ nine-torun arasında olacak diye bir şey yok; yârenliği birbirini sevenler yapar!
Tüyomuz: Çocukçayı öğrenin.
Fıkramız:
Adam bir köyü gezerken yorulmuş, hayli susamıştı. Çaresiz bir evin kapısını çalar, karşısına bir çocuk çıkar. Adamcağız:
-Evladım, buralarda su bulamadım. Lütfen bana bir bardak su verir misiniz?
Kapıyı açan çocuk, adamın yüzüne bakarak:
- İstersen ayran getireyim, der.
Adam bu teklifi memnuniyetle kabul ettikten sonra, çocuk bir çanak ayran getirir. Adam ayranı içtikten sonra çocuk:
- İstersen daha getireyim, der.
- Zahmet olur yavrum bir zahmet.
Çocuk:
- Hayır ne zahmeti, zaten bu ayranın içine fare düştüğü için nasıl olsa dökecektik!
Bunu duyan adam iğrenerek elindeki ayran çanağını hiddetle yere atıp parçalayınca, çocuk feryadı kopartmış:
- Anneee, kapıdaki adam köpeğin çanağını kırdı.
Bu fıkradaki çocukcağızın bir muziplik peşinde olduğunu ya da kasten kızdırıcı bir şey yaptığını eminim hiçbirimiz düşünmedik. Zira o sadece iyilik peşinde. Çocuklar masumdur ve masum oldukları kadar da naiftirler. O yüzden çocuklarla anlaşmak hem çok kolay hem çok zordur. Belki bazen yaramazlık yaparlar ama onlar hinlik düşünmezler. Çocuktan al lafı da bu temel üzerine söylenmiştir. Bir çocuğa arkadaş gibi yaklaşıp onu konuşturursanız harika bilgiler elde edebilirsiniz. Buna mukabil bir çocuktan masumluk ve saflık karışımı birtakım aykırı muameleler de görebilirsiniz. Yolda yanınızdan geçen bir çocuğun size dil çıkarması gibi… Aslında bu bir iletişim çağrısıdır. “Bak keserim dilini” derseniz o iletişimi asla kuramazsınız; ama dil olayını hiç önemsemeyip “gel bakıyım buraya seni gidi küçük yaramaz” deyip yârenlik yaparsanız kısa bir süre sonra küçük bir dost edinmiş olursunuz.
Tüyomuz: Yaşlıcayı öğrenin.
Fıkramız:
Doksanlı yaşlara yaklaşmış iki yaşlı kadın sohbet ediyorlarmış.
- Benim bey bu sıralar tırnaklarını yemeye başladı. Ne yaptıysam vazgeçiremedim. Sinirlerimi bozuyor.
Diğer kadın ise cevaben:
- Haklısın benimki de bir ara başladı ama uyguladığım tedbirlerle tırnak yemesini engelledim, der.
- Çok iyi! Ne yaptıysan bana da öğret lütfen.
- Çok basit dişlerini sakladım.
Çocuklarla iletişimin olduğu gibi yaşlılarla iletişimin de kendine özgü bir dili vardır. Bu dil elbette yaşlı amcaların ve teyzelerin takma dişlerini saklayarak seslerini kesmek şeklinde düşünülemez. Evet, onlar biraz çok konuşabilirler ama hiç boş konuşmazlar. Onlar, yalnızlıkla boğuşan, konuşacak biri gelsin diye gözü yollarda, kapılarda kalan garip kimselerdir. Bu itibarla karşınızdaki kişi yaşlı ise lütfen sabırlı davranın ve aktif bir dinleyici olun. Yanı sıra onların küçük sorunlarına karşı ilgili davranın. Doğrusu küçük zannettiğiniz pek ok sorun onlar için büyüktür. Çünkü insanoğlu yaşlandıkça çocuklaşır ve başkalarına muhtaç hâle gelir.
Tüyomuz: İletişim, fırsatlar dünyasına açılan kapıdır.
Fıkramız:
Kayserilinin eşi ölmüş,
Gazeteye gitmiş, en ucuzundan standart bir ilan vermek istemiş.
Önüne konan kağıda istediği ilanı yazmış:
“Ayşe'mi kaybettim, üzgünüm.”