Baştan peşinen söyleyeyim, bu yazı mizah ağırlıklıdır ama bir Levent Kırca parodisi değildir. Kamunun çeşitli kademelerinde on yıllardır çalışan ve espri kabiliyeti yüksek bir arkadaşımla yaptığım söyleşiyi sizlere olduğu gibi yansıtacağım. Bu söyleşinin özellikle memuriyete yeni başlayanlar için yol gösterici olacağını düşünüyorum. Haydi buz gibi gerçeklerle yüzleşelim.
Memuriyet nedir?
Memuriyet bir idare etme sanatıdır. Amiriniz sizi idare eder, siz de altınızdakileri… Altı kız kardeşten ibaret bir aileyi düşünün, ne kadar abla olsan da bir ablan vardır; memuriyet de öyledir, ne kadar amir olsan da mutlaka bir amirin vardır. Bu durumda dengeler, dinamikler kendi dar çerçevesinde olsa bile her an değişmeye hazırdır. Bu değişime ayak uydurmaya idare etme sanatı deriz. Örneğin o altı kız kardeşten biri bayram temizliğine gecikirse hiyerarşideki bir üst ablası doğal olarak kaşlarını çatarak nerede kaldın diye sorar, o da “ay oram ağrıdı, ay buram ağrıdı” diyerek idare etmeye çalışır; memuriyette işe geç kaldığınızda da amiriniz sizi kaşlarını çatarak bekler. İlk karşılaşmanızda samimiyet durumunuza göre “gel lan buraya” da diyebilir, “ooo hanfendi sabah-ı şerifleriniz hayrolsun, gözümüz yollarda kaldı” da diyebilir. Her ne derse desin bu bir hesap sormadır ve sizden makul gerekçe bekliyordur. O hâlde kural bir; “memuriyette zeytinyağı gibi üste çıkmak esastır”, yoksa gelen ezer giden ezer. Bu da şöyle olur: Bay ya da bayan fark etmez, sürekli cadılık modunda olmalısınız. Geç kalma örneğimize dönersek sizden bir gerekçe ve mahcubiyet beklendiğini bildiğiniz hâlde asla bir gerekçe uydurma moduna girmeyin, zaten yakayı ele vermişsiniz. Amirinize vereceğiniz karşılık onu dumura uğratmalıdır. Örneğin “Ali de geç kalıyor, Veli de geç kalıyor, siz de zaten hiç yerinizde yoksunuz, neden benle uğraşıyorsunuz, neden bana mobbing yapıyorsunuz, neden beni ezmeye çalışıyorsunuz, yemin olsun sizi CİMER’e şikâyet edeceğim” diyerek atağa kalkmalısınız. Bir süre sonra amiriniz “tamam tamam haydi işinin başına” dediğini duyacaksınız. Aile içinde olsa büyük kardeşiniz size şaplağı yapıştırabilir ama unutmayın, kamuda amirin fiziki şiddet uygulaması işten atılmasına enden olur. Amiriniz haydi işinin başına dedikten sonra ise başınızı iyice yukarı kaldırıp kollarınızı da yana açarak kostak kostak, topuklarınıza yere sertçe vurarak yürümeyi unutmayın. Çünkü siz artık kale duvarında kocaman gedik açmış kahraman bir cengâversiniz.
Memuriyette etik değerleri umursamayıp işten kaytarmaya çalışan biri için tolere edilebilir sınırlar var mıdır?
Çok güzel bir soru. Bir defa günümüz şartlarında “memuriyette kaytarmak esastır”. Hatta bunu ikinci temel kural olarak kabul edebilirsiniz.
Ne diyorsunuz, gerçekten mi?
Maalesef durum tam olarak budur. “Memuriyette çalışan çalıştığıyla kalır.” Al bu da kural üç. Çünkü hiçbir zaman çok çalışanlar, işini iyi yapanlar taltif edilmezler, iş arkadaşlarından da hüsnükabul görmezler. Çünkü onlar arkadaşları için artık çıtayı yükselterek kötü bir örnek olmuşlardır. Bırakın hüsnükabulü, düpedüz dışlanırlar hatta zaman zaman çemkirilme, güne davet edilmeme, masasından kalemi yürütülme, yemekte yalnız bırakılma, telefonlarına bakmama gibi postmodern yaptırımlara maruz kalırlar. Öte yandan amirler de çalışanlara “bu vatandaş çalışmayı seviyor veya işini iyi yapıyor” diyerek daha fazla iş verirler. Bir süre sonra da kendinizi süzme keriz hissedersiniz. Ancak bir defa o talihsiz döngüye girmişsinizdir, kurtulabilmeniz ancak amirinizin kalp krizi falan geçirip ıskartaya çıkmasına bağlıdır. “Bir memur neler yaparsa amiri kalp krizi geçirir” diye bir soru sormayacağınızı düşünerek ben cevaplayım. Bazen çok kritik işler olur, kamuda buna hassas görevler denir. Bu tür bir iş kollanmalıdır. En olmadık zamanda sanki amiriniz öyle talimat vermiş ya da sizi öyle yönlendirmiş gibi kontrollü hatalar yapabilirsiniz. Örneğin polisseniz valinin karısına maske takmadı diye ceza yazmanız gibi veya müfettişseniz denetlediğiniz yerde amirinizi referans göstererek artistlik yapmanız gibi…
Memurlar nasıl artistlik yapabilir ki?
Elbette gerçek anlamda demiyorum. Ancak “her memur biraz artist olmalıdır”. Bu da kural dört olsun. Nasıl bir artistlik sorusuna gelince, “ben memurum ulen, silin şu ayakkabımın tozlarını” demek artistliktir. Otobüse bindiğiniz zaman hakkınız olmadığı hâlde “ben memurum, benden para alamazsınız, hepinizi yakarım” demek artistliktir. Ancak bunlar elbette önerilmez çünkü memuriyeti ön plana çıkardığınız için itici olursunuz. Benim önerdiğim artistlik daire içinde kalandır. Daireden kastım çalıştığınız kurumdur, bu jargonları öğrenmek gerekir. Daire içinde herkes memur olduğu için memuriyeti ön plana çıkarmak mümkün olmayacaktır. O hâlde nasıl bir artistlik? Şık giyinmek, pahalı giyinmek, ağdalı konuşmak, janjanlı bir ek iş yapmak, tatile gitmek, kolejde çocuk okutmak, hep yüksek yerlerde çalışan tanıdıklarından bahsetmek, evde iguana beslemek, kafasına göre takılmak, erkekse ceketinin önünü iliklememek, eli cebinde yürümek, çiçekli kravat takmak ve benzeri hareketler memurlar için artistliktir. Her memur kendince biraz artist olmalıdır yoksa onca artistin arasında figüran durumuna düşer.
İşten kaytarmak da artistlik midir?
Sümme haşa. İşten kaytarmak duruma göre davranmak demektir. Asıl soru şu olmalıydı, artistlik çağrışımları yapmayacak şekilde işten nasıl kaytarılır?
O hâlde soruyorum, artistlik çağrışımları yapmayacak şekilde işten nasıl kaytarılır?
Amiriniz size iş getirdi, ilkeli bir memur olarak ne yapmalısınız? Hemen başınızı devirerek ve ölü gibi bakarak “amirim yorgunluktan belim kopuyor, bu işi de yarın yapsak olmaz mı” diye bir teklif sunmalısınız. Amirle ilişkinize göre teklifleri çeşitlendirmek mümkündür. Ancak esas olan dolaylı ya da doğrudan işi reddetmektir. “Bana ne ya ben çok çalıştım biraz da yan odadaki çalışsın” derseniz işi doğrudan reddetmiş olursunuz. Ben kamuda masasına konulan evrakı amirinin kafasında paralayan memur da biliyorum ama tabi ki kötü örnekleri tasvip etmiyorum. Bir de verilen iş üzerinden izahat yapayım. İşi bitirmişsiniz ve amiriniz de iş dağıtmak için yeni kurbanlar arıyor. Böyle bir durumda ve hatta mümkün mertebe her durumda masanızın üstünde alakalı alakasız yığınla evrak durmalı. Kafanız o evrakların arasından zorlukla görülmeli ve daima küçük Emrah gibi bakmalısınız. Amirinizi elinde iş dosyası ile size doğru yürüdüğünü görürseniz ki bu bütün memurlar için büyük bir kâbustur, yine kafanızı hemen yana eğip dilinize de olabildiğince dışarı çıkarıp “vıyyy gene mi iş” diye yılmış, bezmiş, emekliliğini bekleyen memur rollerine girmelisiniz. Mesai saatleri içinde amirinizin önünden geçerken de asla enerjik görünmeyin. “Memur iş esnasında kesinlikle enerjik olmamalıdır”, kural beş. Örneğin bir genel müdürsünüz… Enerjik iseniz çok iş kurcalar, çok dikkat çeker ve başınıza iş alırsınız. Oysaki her an bayılmak üzereymiş gibi görünen biri zaten parmağını kımıldatamayacak durumdadır, bırakın iş kurcalamayı önündeki işi bile yapamaz.
Memurlar sağlığına nasıl dikkat etmelidir, özel bir reçete var mı?
Memur sağlıklı olacak diye bir ezber yoktur. Hatta altıncı kural olarak şunu söyleyebilirim: “İyi bir memur yılda yirmi otuz gün hasta olmalıdır.” Bu konuda oldukça ciddiyim. Bir memurun dipçik gibi olması için hiçbir geçer sebep yoktur. Ayrıca kesintisiz her gün işe gitmek monotonluk ve atalet sebebidir. Yıllık izinler de zaten bu yüzden vardır ancak elbette yetersizdir. Memur için hastalanmak demek istirahat raporu almak demektir. Hastalanan veya kendini kötü hisseden memur bir sağlık kuruluşuna gider, muayenesini olur ve hemen akabinde doktordan istirahat raporu yazmasını ister. Doktorlar da genellikle memurları kırmaz ama artistlik yapacak olurlarsa memur hemen yavaşça kalkıp bir yandaki doktorun kapısını çalarak şansını denemelidir. Haddizatında muayene ve tedavi olmak ve tabii istirahat raporu almak için görünürde bir hastalık bulunması gerekmez. Hastane kapısından giren herkes hastadır, o tahlil bu MR bu check-up derken illa bir yerden bir hastalık çıkacaktır, ısrarla deşelemek gerekir. Son çare de tükenmişlik sendromudur, son zamanların klasik memur hastalığıdır.
Bu hastalık olayında olduğu gibi memurlar her hareketlerinden sorumlu değil midirler?
O zaman memuriyetteki yedinci kuralı söylüyorum: “Attığın taş ürküttüğün kuşa değecek.” Bazen risk alırsınız, hayat böyledir. Memurun yazdığı her dilekçe, attığı her imza risktir. Konumunuz fark etmez, isterseniz Yargıtay Başsavcısı olun, isterseniz belediyede zabıta memuru olun... Ancak ölçülü, hesaplı ve temkinli hareket ederseniz başınıza bir iş gelmez. Bu bağlamda öncelikle çalıştığınız dairenin nabzını iyi yoklamanız, genel ahvali iyi bilmeniz gerekir. Kurt memurlar da zaten böyle puslu havalarda belli olurlar.
Bir memur ne kadar kurt olursa olsun başına hiç dert alamaz mı?
Memur her hâl ve şartta işini bilmelidir ve işini sağlama almalıdır; yoksa memur sayılmaz. Elbette memuru da tuzağa düşürmek isteyen veya kurnazlıkta onla yarışan tilkiler olacaktır. Ancak iş dünyası bir kurtlar sofrasıdır ve bu sofradaki kurt, tilkiliklere pabuç bırakmamalı, gerekirse onları bile yemelidir. Bu da bizi sekizinci kurala götürür; “memur asla külyutmaz!” Kül yutan memur tilkilerin maskarası olur. Ha ola ki memur arkadaşımız henüz acemi ve başına dert aldı, bundan da tereyağından kıl çeker gibi kurtulmasını bilmeli. Böyle bir durumda yapacağı ilk iş kaşarlanmış bir memur ağabeyine, ablasına başvurup sunacağı çözüm metotlarından birini seçerek uygulamaya koymaktır.
Memuriyette ağabey, abla gibi kavramlar var mıdır?
Mesai saatlerinde için yoktur ve olmamalıdır da. Belki sizin uzmanlığınız olan iletişim açısından ağabey, abla gibi kavramlar daha makul görülebilir; ama değildir. Böyle bir tablo, güzel iletişim kuralım, işimizi kakara kikiri yapalım derken laçkalığa neden olur. Memurun işyerinde çok arkadaşı olmamalıdır; az ama öz bir çevresi olmalıdır. Çok kişiyle yüz göz olan çok açık verir, çok koz verir. Bir de herkesin anlayış kapasitesi aynı değildir; anlayışı sıkıntılı insanlarla samimiyet kurarsınız sizi yanlış anladıkları gibi başkalarına da yanlış anlatırlar. Doğrusu bey, hanım gibi hitaplardır. Bundan kimseye zarar gelmez. Hatta bu noktada dokuzuncu kuralı söyleyebiliriz: “Ev evde, iş işte kalmalıdır.” İşteki stresini eve, evdeki stresini de işe taşıyan memur, memurun en kötüsüdür. Zaten ikisini birbirine karıştıranlar hem işte hem de evde mutlu olamamaktadır. Bir kapıdan çıktığınız an oraya dâir her türlü mevzu, sıkıntı, hüzün veya sevinç orada kalmalıdır.
Kadınlar şöyle memur, erkekler böyle memur gibi bir gözleminiz oldu mu?
“Ev evde, iş işte kalmalıdır” kuralını en çok çiğneyenler maalesef bayan memurlar. Özellikle mesai boyunca akşam yapacakları yemeklerden bahsederek veya kocalarını çekiştirerek veyahut çocuklarının türlü tevil sorunlarını dile getirerek işyerlerini panayır alanına çeviriyorlar. Elbette ciddi şekilde, kurallara uyarak memuriyet yapan hanımlar da var, onları tenzih ediyorum. Gözlemime göre de kariyer basamakları düştükçe evi işe, işi eve karıştırma olayı tırmanıyor. Bir memur, iyi bir dinleyici olmak zorunda değildir. Memurlar iş arkadaşlarının dertlerini dinlemek için maaş almazlar. Mesai boyunca bir başkasının dırdırını dinleme zulmüne maalesef genellikle erkek memurlar maruz kalmakta ve kısmen telefata uğradıkları da görülmektedir. Böyle durumlarda erkek memurların imdadına genellikle istirahat raporları (tükenmişlik sendromu) ve bir bayan görünce masa altına veya evrak dolabına saklanmak gibi anlık tedbirler yetişmektedir. Abartmıyorum, bu gözler masa altına saklanan memur da görmüştür. Ama kamuda genelde işe yeni başlayanlara bu tür tavsiyeler verilir; herkesle samimi olma, amirin ayak sesini duyarsan masa altına saklan, elindeki işi çabuk bitirme yoksa arkasından yeni iş gelir gibi…
Memur maaşları ne durumda?
Kamuda hemen her memurun farklı maaşı vardır. Çok düşük alan olduğu gibi çok yüksek alan memur da var. Ancak genel olarak memurların maaşı, maaş aldıkları günün ilerleyen saatlerinde biter. Bu yüzden de alacaklılar ayın on beşinde kapıya dayanır. Dolayısıyla kamuda memurların ortalıkta en seyrek görüldüğü gün ayın on beşidir. Memurlar ayın on beşinde ya bankaya bir şeyler yatırmaya gider, ya alacaklarını tahsil için yollara düşer ya da alacaklılarından kaçmak için telefonu kapatıp bilinmeyen bir yerlere saklanırlar. Özellikle son zamanlarda borç takma işi kamuda maalesef çok artmış durumda. Dolayısıyla onuncu kural olarak şunu söyleyebilirim: “Memur borç vermez!” Verirse bilsin ki ya geri gelmiyor ya da tahsil edene kadar ecel kapıyı çalıyor.
Cebinizdeki yeterince paranız varken arkadaşınıza borç vermekten nasıl kaçınabilirsiniz?
Ben taktik olarak borç istemeye gelen kişiyi yüz metre geriden tanıyorum. Kokusundan mı, yürüyüşünden mi, bakışından mı bilemiyorum ama çok net şekilde tanıyorum. Dolayısıyla borç istemeye gelen birini fark eder etmez topukları yağlayıp hızla olay mahalinden uzaklaşıyorum. Herkes kendine göre böyle formüller geliştirebilir ama en geçer formül kopuk memurlarla arkadaş olmamaktır. Yoksa ne kadar kaçarsanız kaçın mutlaka sizi bir yerde kıstırıp cebinizdeki hatta hesabınızdaki paraya çöküyorlar.
Zengin memur, kopuk memur nasıl anlaşılır?
Bunu ayırt etmek elbette kolay değil ancak bazı ipuçları verebiliriz. Kopuk memurun ağzı zengindir, onu alır, bunu satar, asar, keser… Zengin memurun ağzı ise fakirdir, konuşmaya başladığı zaman acıyıp sadaka veresiniz gelir. Kopuk memur iyi giyinir, görünümüne dikkat eder. Zengin memur ise sallapatidir, eski ayakkabıyla, kırışık pantolonla gezerler. Kopuk memurların evleri, arabaları vardır ama ceplerinde çay paraları yoktur; çünkü esasında cimridirler. Zengin memurlar ise zengin oldukları anlaşılmasın diye genellikle araba kullanmaz veya iyi arabaya binmezler, lüks evleri varsa da orada oturmaz, lojmanları tercih ederler ve tabii ki bonkördürler, hesabı genelde onlar öderler, çevreleriyle sık sık hediyeleşirler ve genellikle ehli keyiftirler. Koleksiyon yapan, sık sık tatile giden, dışarıda yemek yiyen, sanata para harcayan memur kuşkusuz zengindir. Görsel olarak da fakir memurlar genelde endişeli gözlerle etrafı süzerler ya da çok düşünceli olurlar, dalgın yürürler ve agresif olurlar. Zengin memurlar ise neşelidirler, esprilidirler, kalben geniştirler, kaygısızdırlar, gözleri enerji saçar ve hareketlidirler.
Memur adayı arkadaşlar için son bir tavsiye var mı?
Olmaz olur mu, memur adayı arkadaşlara son tavsiyem memur olmamalarıdır. Olursanız da oyunu kurallarına göre oynayın. Nedir o kurallar, yukarıda on madde olarak izah ettim. Bana göre memuriyet özellikle yetenekli, vasıflı erkek bireylere yakışmıyor. Günümüzde maalesef memuriyet sağlam bir ekmek kapısı hatta ballı kaymaklı bir mevkii gibi algılanmaya başlandı. Bu tamamen ekonomik konjonktürle ilgili ve geçici bir durum. Memuriyet her zaman son çare gibi görülmelidir. Özellikle teşebbüs ruhu olan erkek ya da hanım tüm bireylere tavsiyem, öncelikle özel sektörde bir şeyler yapmaya çalışmaları, batıp çıkmaktan korkmamalarıdır. Hayat korkarak geçmez.
Bu söyleşiden umarım herkes kendine göre bir hisse çıkarmıştır. Ben şahsen oldukça ilginç ayrıntılar yakaladım. Kamu sektöründe iletişimin mevcut durumu ve nasıl iyileştirilebileceği noktasında istifade edilebilecek değerli bilgiler edindim. Söyleşiye katılan değerli arkadaşıma teşekkür ediyorum.
Esprili bir dille bomba itiraflar. Tek kelimeyle harika.
Bu yazıyı okudum ya artık hayatta memur olmam!
Hahaha çok gülerek okudum, efso röportaj olmuş :d