BBC’den Bryan Lufkin enteresan bir haber paylaştı ama kamuoyunda nedense pek ilgi görmedi. Bir iletişim uzmanı olarak Lufkin’in haberinden yola çıkarak kamuoyunun dikkatini önemli bir konuya çekmek istiyorum.
Arjantin’den İngiltere’ye, Fransa’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne değin dünyanın pek çok ülkesinde yeni bir hayat kurmak için tüm geçmişini bir tarafa bırakıp ortadan kaybolan, sırra kadem basan insanlar var. Bu insanlara “buharlaşan (volatile) insanlar” deniyor ve sayıları gün geçtikçe artıyor.
Ülkesel yaygınlığı nedeniyle buharlaşma kavramının çıkış noktası Japonya olmuş. Radikal bir karar alarak hayata dâir her şeyin üstünü çizip kayıplara karışan kimseler için ilk defa Japonya’da sosyal bir tespit yapılmış ve bu kimselere buharlaşan insanlar (jõhatsu suru hito) denmiş. Bu kimseler tüm bağlantılarını gizleyerek on yıllarca kayıplara karışıyor. Bir de deneme safhasında kalanlar var; onlar ise pek uzun değil –belki aylarca- yok oluyorlar ama zamanı gelir de şartlar elverirse tam ve kesin bir kayboluşa imza atacağız diye kendilerine söz veriyorlar.
Buharlaşan Japonlardan 42 yaşındaki Sugimoto, düşüncelerini şöyle açıklıyor:
“İnsan ilişkileri beni bıktırdı. Ufak bir valiz hazırlayıp kayıplara karıştım. Bir tür kurtuluş gibi...”
Sugimoto, yaşadığı küçük kentte, ailesinin işi nedeniyle herkesin kendisini tanıdığını ve kendisinden de ailesinin işini sürdürmesinin beklendiğini, ne var ki üzerine bindirilen bu yükün kendisine ağır geldiğini ve kimseye söylemeden şehri terk ettiğini söylüyor.
Buharlaşanların standart bir nedenler yok. Kimisi gırtlağına kadar borca battığı için, kimisi sevgisiz evliliklerden kurtulmak için, kimisi de hayat artık fazlasıyla monoton geldiği için buharlaşmaya karar veriyor.
Hatta Japonya’da, buharlaşmak isteyenlere hizmet vermek için şirketler kurulmuş. Bu şirketler yaptıkları işi de “gece taşınma hizmeti” diye adlandırıyorlar. Gece taşınma hizmetiyle müşterilerin gizlice ortadan kaybolması, gizli mekanlarda yaşamlarını idame ettirmesi gibi imkânlar sağlanıyor.
Ünlü yazar Haruki Murakami’nin 1Q84 adlı romanını okumuş muydunuz? Üç ciltlik dev bir romandır ama sizi görünürlükle görünmezlik arasında geçen bir dizi olayla hızlıca son sayfalara sürükler. Bu romanda Murakami’nin de ilginç bir ortadan kaybolma, gizemli bir hayata merhaba deme temasını işlediğini görürsünüz. Bir an “neden Japonlar’da böyle bir takıntı oluşmuş durumda” diye düşünebilirsiniz. Cevabı aslında çok basittir. Teknoloji çılgınlığının sonsuzluğu ve sonsuzlaştıkça karamsarlığa dönüşen anlamsızlığı, iç içe hayatlar ama daracık evlerde, daracık sokaklarda, daracık işyerlerinde geçen boğucu hayatlar, alabildiğine yalnızlaşmalar, çekirdek aileyi bile görememeler veya çoğu zaman bir çekirdek aileye bile sahip olamamalar… Derken kendini sorgulayan Japonlar ve neden diye başlayan sorular.. Tüm radikal kararları bir ‘neden’ sorusu tetikler. Sorgulamaya başlayan insan, aynı zamanda bıkmış insansa, çok radikal kararlar alabilir.
Japon ekonomisinde sorunların başladığı ve Japonya’nın süper teknolojik güç algısını yitirmeye başladığı 1990’larda bir gece taşınma hizmeti şirketi kuran Sho Hatori, “normalde insanlar üniversiteye gitmek, yeni bir işe başlamak, evlenmek gibi pozitif nedenlerle taşınırlar; ama üniversite eğitimini bırakmak, işini kaybetmek, obsesif bir şekilde takibe uğramaktan kaçınmak gibi üzücü nedenlerle taşınanlar da var” diyor.
Hatori, önce insanların mali nedenlerle içinden çıkılmaz hâl almış hayatlarından kurtulmak için bu yola başvurduğunu düşünmüş ama zamanla psiko-sosyal nedenlerin de buharlaşmaya zemin hazırladığını fark etmiş. Durumu anlayışla karşılayan ve bunu bir iş fırsatına (start-up) dönüştüren Hatori, “biz de bu insanlara ikinci hayatlarına başlamaları için yardımcı oluyoruz” diyerek misyonunu açıklıyor.
On yıldan uzun süredir “buharlaşma” olgusunu araştıran sosyolog Hiroki Nakamori, kavramın ilk defa 1960’larda, ortadan kaybolmaya karar veren ve teşebbüsle sınırlı kalsa bile az çok ortadan kaybolmayı başaran insanlar için kullanıldığını söylüyor.
Öte yandan Japonya’da boşanma oranı, eskiden olduğu gibi şimdilerde de çok düşük. Ancak bu veri sizi yanıltmasın. Bazı Japonlar, uzun ve ayrıntılı boşanma işlemlerine girişmek yerine buharlaşarak ortadan kaybolmayı yeğliyor. Sanki biraz sorumsuzluğa heveslenme gibi değil mi?
Nakamori şöyle devam ediyor:
“Birçok ülkede buharlaşma var ama Japonya’da buharlaşmak çok daha kolay. Özel yaşamın gizliliğinin korunmasına önem veriliyor: Ortadan kaybolan insanlar bankamatiklerden kolaylıkla para çekebiliyor; onların görüntülerini içerebilecek güvenlik kameraları videolarına ailelerinin erişimine izin verilmiyor. Herhangibir suç veya kaza durumu olmadıkça polis devreye girmiyor. Ailenin yapabileceği tek şey özel dedektif tutmak ya da beklemek. Hepsi bu!”
Geride bırakılan kişiler açısından ise terk edilmek ve kaybolan kişiyi aramak artık dayanılmaz bir hâl alabiliyor.
22 Yaşındaki oğlu buharlaşıp kaybolan ve ondan bir daha haber alamayan bir anne; “şok oldum, iki kere işten atılmıştı, bu başarısızık ona ağır gelmiş olmalı” diyor. Oğlunun buharlaşmadan önce yaşadığı bölgeye gidip günlerce arabasını görmeyi ümit etmiş, belki çıkar gelir diye beklemiş. Ama nafile…
Acılı anne böyle durumlarda polisin yardım etmediğini; yalnızca buharlaşan kişinin intihar ettiğine dâir yeterli şüphe varsa devreye girebileceğini söylediklerini aktarıyor ve şöyle devam ediyor:
“Biliyorum, takıntılı takip durumları oluyor, elde edilen bilgiler kötüye kullanılabiliyor. Böyle bir yasa belki bu yüzden gerekli. Ama suç işleyenler, takipçiler ve çocuğunu aramayan ebeveynler aynı şey değil. Hepsine aynı davranılıyor. Nedir bu? Param yok. Mevcut yasalara göre yapabileceğim tek şey, bulunan bir ceset oğluma mı ait diye kontrol etmek, sadece bu!”
Buharlaşan taraf içinse üzüntü ve pişmanlık duyguları uzun süre devam edebiliyor. İşini, karısını ve çocuklarını geride bırakan ve şu an Tokyo’da yaşayan Sugimoto, tek pişmanlığının ailesini geride bırakmak olduğunu söylüyor. Gece taşınma hizmeti veren bir şirket ona kalacağı yeri sağlamış. Bu yeri, kendisi de 17 yıl önce ortadan kaybolma kararı veren Saita adında bir kadın işletiyormuş.
Saita’nın da ilginç bir öyküsü var. Kötü muameleye maruz kaldığı bir ilişki nedeniyle ortadan kaybolmaya karar verdiğini anlatan Saita şu bilgileri paylaşıyor:
“Aslında şu an bile kayıp bir insanım. Farklı türden müşteriler oluyor. Ağır ev içi şiddete maruz kalanlardan tutun da ego veya şahsi menfaat için bunu yapanlara kadar… Ben kimseyi yargılamıyorum. ‘Sizin durumunuz yeterince ciddi değil’ demiyorum. Sonuçta herkesin kendi mücadelesi var. Sadece 13 yaşındaki büyük oğlum gerçeği biliyor. ‘Annem kendi yaşamıyla ilgili bir karar verdi, ben onu değiştiremem’ sözlerini hiç unutamıyorum. Benim yaptığımdan daha olgun değil mi bu sözler?”
Buharlaşma, Japonya örneğinden de görüldüğü üzere toplumsal yapıyla, kültürel mayayla yakından ilgili bir konu. Sizce Türkiye’de buharlaşma mevzu, Japonya’da olduğu gibi kurumsallaşabilir mi?
Bir defa bizim hukuk sistemimizde gaiplik (kayıplık) kararı diye bir konu başlığı var. Ölüm tehlikesi içinde kaybolmuş ya da kendisinden uzun süre haber alınamayan ve ölme ihtimali yüksek olan kişilerin mahkeme kararı ile ‘ölmüş kabul edilerek’ gerçek kişiliğine son verilmesine gaiplik kararı deniyor. Medeni Kanunumuzun 32. maddesinde konuyla ilgili açıklama var.
Gaiplik kararının çıkarılabilmesi için ilgili kişiden en az 5 yıl haber alınamaması ya da ölüm tehlikesi içindeyken (mesela yangın çıkan bir mahalde bulunuyor idiyse) kayıp halinin üzerinden en az 1 yıl geçmiş olması zorunluluğu var (önceki Medeni Kanun’da bu süre 6 aydı). Mahkeme gaiplik kararı verebilmek bağlamında bilgi sahibi kişileri, ilana çıkılarak 6 ay süre ile bilgi vermeye davet ediyor. Mahkemenin ilan süresi dolmadan kişinin ortaya çıkması, öldüğünün tespit edilmesi veya kendisinden herhangi bir şekilde haber alınması durumunda gaiplik talebi reddediliyor. Ancak kişiden hiçbir şekilde haber alınamazsa gaiplik kararı veriliyor ve artık bu kişi ‘ölmüş’ kabul edilerek mirasının paylaşılmasına ve diğer hukukî işlemlere başlanabiliyor.
Görüldüğü üzere Türkiye’de ve tabii ki Türk hukukuna benzer hukuk altyapıları olan kıta Avrupası ülkelerinde buharlaşmak biraz ‘sıkar’.
Hukuki sonuçları göze alınsa, hatta Japonya’daki gibi gece taşınma hizmeti veren şirketler de ükede faaliyette olsa ve onların profesyonel yardımıyla buharlaşılsa..?
Evet yine zor olur. Zira Türkiye’de birisi ortalıktan öyle yıllar, on yıllar değil, birkaç saat kaybolsa bile önce tüm yakınları sonra da tüm ülkenin asayiş güçleri seferber olur. Gün ağarmadan buharlaşmaya çalışan kişi büyük ihtimalle enselenmiş olur. Hatta sınırdan çıkıp bir ülkeye başka bir kimlikle iltica etmiş bile olsa, çok geçmeden her şey ortaya çıkar ve vatandaş hakkında kırmızı bülten falan çıkartılıp iadesi istenir. Yok öyle bizde ha deyince buharlaşmak! Çok buharlaşmak isteyenler, gaiplik müessesinden faydalanmalı, tabii bunun için de kendilerine tam teşekküllü bir ölmüş süsü vermelidir. Başka yolu yok!
Ancak dünyada bir buharlaşma realitesi olduğunun altını çizmek istiyorum. Murakami’nin 1980’li yılları anlattığı 1Q84 romanını okurken Japon toplumundaki kültürel erozyonun boyutu beni hayrete düşürmüştü. Biz sanıyoruz ki Japonlar bize çok benziyor, aile yapıları sağlam, geleneklerine bağlılar falan… Hayır, dananın kuyruğu hiç de öyle değil! Japonya’da maalesef büyük bir sosyal yıkım, can sıkıcı bir içten içe çürüme var.
Japonya’daki iç karartıcı tablonun en müessir sebebi, hiç kuşkusuz dini anlayıştır. Bizim toplumda neden buharlaşma olmaz, olamaz? Çünkü anne-baba hakkı, evlat hakkı, kardeş hakkı, komşu hakkı, arkadaş hakkı, kul hakkı, sıla-i rahim (akrabaları ziyaret vazifesi) gibi bir yığın sorumluluk ve en önemlisi de hukuk sistematiği haricinde, vicdan bağlamında ‘hak’ diye bir kavram vardır. Bizde ‘hak’, boyna vurulmuş bir zincir gibidir ve ölene dek boynunuzdan çıkmaz ama bunu kötü anlamda söylemiyorum. Kişinin üzerindeki hakların o kişiye ömrü boyunca yapışık olduğunu, kişinin canı istediği zaman üstünden bir hakkı atamayacağını söylüyorum. Örneğin tam oğlunun düğün arefesinde, “ben buharlaşma hakkımı kullanacağım, herkes başının çaresine baksın, arkama düşen olursa gönül koyarım, haydi hoşça kalın” diye not bırakıp kirişi kıran bir baba düşünün. Sizce en fazla kaç saat buharlaşabilir? Bırakın kendi eşini dostunu, akrabasını, düğünü olacak oğlunun ortaokula giden kayınçosu bile çizgili ceketini giyip yollara düşer. İlk baskın yiyecek yerlerden biri de gece taşınma hizmeti veren şirket olur. Hem bizde buharlaşma hakkı diye tuhaf bir hak da yoktur. Kanunen olsa bile gerçekte olamayacak bir haktır; çünkü halk kabul etmez.
Ol veçhile, iletişim temelli kültürel farklılıkların hak hukuk gibi konuları nasıl belirlediğini de lütfen idrak ediniz.
Öte yandan bir Japon’a “kul hakkı”nın ne olduğunu, “hakkını helal et” demenin ne anlama geldiğini anlatamazsınız. Sadece bir Japon’a değil, Müslüman olmayan hiçkimseye bunları anlatamazsınız. Şaşırırlar, tuhaf bulurlar… Oysaki kul hakkı, başkasının sizin üzerinizdeki hakkıdır ve o hakkı ödeyip helalleşmek, vicdanınızın rahat etmesi için elzemdir. Helalleşmek, bu yönüyle mükemmel bir iyi iletişim modelidir. Merhaba demeden, güler yüz göstermeden, gönül almadan helalleşme olmaz. İşte bu helalleşme örneğine benzer toplumsal mayanın pekişmesine yardımcı dinamikler Japon halkında ve benzeri toplumlarda görülmediği için dijitalizmin pençesindeki yeni dünyanın buharlaşma nevînden post-modern sosyal sorunlarıyla karşılaşıyoruz.
Toplumsal hayat demek, kişilerin birbirlerinden sorumlu olduğunu bilmesi ve bunu kabul etmesi demektir. Herhangi birisi borca batmış, iflas etmiş olabilir. Ancak böyle bir şey neden her şeyin sonu olsun ki? Materyalizme boyun eğmiş toplumlarda bu tür sıkıntılar her şeyin sonu gibi düşünülebilir ama Türk Milleti gibi maneviyat mayası güçlü sosyal yapılarda toplumsal yardımlaşma mekanizmaları hemen devreye girer ve zordaki kişiyi ayakta tutabilmek için ne gerekiyorsa yapılır.
O hâlde toplumsal yardımlaşma mekanizmaları çok ama çok önemlidir! Bunu temin etmek içinse toplum içindeki iletişim kanalları daima açık tutulmalıdır. Küslük mesela..! Ne fena, ne anlamsız bir şey! Bir fındık kabuğunu doldurmayacak sebeplerle sakın kendinizi toplumdan izole etmeyin. Sevmediğiniz, muhatap almak istemediğiniz insanlar olabilir. Öyle bir durumda gece değil güzdüz taşınarak yer değiştirin; olmuyorsa çevrenizi değiştirin. Tebdil-i mekanda ferahlık vardır diyenler de nhayet Japonların değil bizim atalarımız. Bu dünyada mutlaka kafanıza göre bir yerleri ya da birilerini bulacaksınızdır. Ancak ne kadar yer veya statü değiştirirseniz değiştirin bu değişiklik özünüzle bağlarınızı koparmayı gerektirmesin. Nedir o ‘öz’? Kısaca tüm sevenlerinizdir; görmediğiniz zaman özledikleriniz ve sizi göremeyince özleyenler, yokluğunuzu hissettikçe iç geçirenler sizin özünüzdür! İnsanı yaşatan da, hayatı anlamlı kılan da bu özdür!
Her insan özü için yaşar! Bazen bunun farkına varamayacak kadar hayat meşgalesine dalmış olabilirsiniz, özünüzü unutmuş da olabilirsiniz; ancak gün olur bayram olur, gün olur seyran olur, gün olur düğün olur, gün olur cenaze olur ve bir de bakmışsınız tekrar özünüze dönüp kendiniz oluvermişsiniz…
Hem zaten kaderinizden kaçamazsınız ki!