Algılama, genel olarak canlıların, özel olarak ise insanların dış dünyadakı objelerden anlık duyumsama yoluyla elde ettikleri doğal enformasyondur. Hoşgör’ün daha özlü bir tanımına göre de “dış dünyaya açılan kapıdır”.
İnceoğlu, algılamada bireylerin dış dünya ile arasındaki iletişim ve etkileşim aracının dil olduğunu vurgulamaktadır. Ancak dil sadece bir simgedir, simgenin altında yatan düşünce ise imgedir. İmgeler, bilişsel etkinlik de denilen zihinsel faaliyetlerin küçük ve temel birimleridir.
O hâlde imge mevzunu biraz açmak gerekmektedir.
Örneğin bir ürün ya da hizmetin markası, tüketiciye verilmiş sözdür; başka deyişle bir vaattir. Vaatler, insan hayatında önemli bir yere sahiptir; zira haklı bir beklentiye sebep olurlar. Bu beklenti, sosyal yaşantıya dâir her türlü planı ve hayali doğrudan etkilemekte, çoğu zaman da tetiklemektedir. O hâlde markanın (simgenin) salt kendisine değil, zihinde meydana getirdiği caydırıcılık, merak, ikna kabiliyeti gibi etkilerine (imgeye) odaklanmak daha tutarlı bir davranış olacaktır.
Algılama ile tutum arasında bütünleyici bir ilişki mevcuttur. İlk izlenim olarak bir nesne ya da olgu ile iletişime geçildiği andan itibaren zihinde o nesne ya da olguya ilişkin bir kod yazılır. Bundan sonra o nesne ya da olgu ile iletişime geçildiğinde bilgisiz ya da deneyimsiz bir yaklaşımın yerini mevcut bir öngörüyü referans alan tutum alır. Söz konusu tutum, hareket şeklini belirleyerek davranışları ortaya çıkarır.
İnceoğlu’nun aktarımıyla; Muzafer Sherif’in otokinetik etki deneyine göre bireyler, tek başlarına bir nesne ya da olguyu farklı yorumlayabilmekte ve zaman içinde kendilerine göre bir standart belirleyebilmelerine karşın grup halinde hareket etmeleri durumunda ortak bir yorum sergileyip buna uyarak ilerleyen zaman içinde aynı standart algılamada karar kılmaktadır. Biraz uzun ve kafa karıştırıcı bir cümle kurduğumun farkındayım. Esas itibarıyla dikkat çekilen bağlantı şudur: Bireylerin dış dünyaya ilişkin duyumsamaları olduğu gibi sosyal grupların da dış dünyaya ilişkin duyumsamaları vardır. Sosyal kimlikten üst kimliğe, birey davranışlarından pazarlama taktikerine kadar pek çok sosyal disiplin konusuna bu bağlantı sâyesinde bilimsel bir kapı aralanmış olmaktadır.
Muzaffer Sherif’e dönecek olursak, sosyal normun oluş şeklinin otokinetik etki deneyi ile açıklanabildiği görülmektedir.
Yükselbaba’nın aktarımıyla, Stanley Milgram’ın itaat deneyinde ise bireylerin otoriter düzen emirlerine itaat ve sosyal grubun gereklerine uyum düşüncesi ile özdeşleşme sürecine girdiği ve süreç sonunda dikte edilen tutumları benimsemeye yönelik davranışlar sergilediği görülmektedir.
Söz konusu deneysel araştırmalar, algının temel felsefesini anlamaya yardımcı olmaktadır. Algıya ilişkin belli başlı çalışmaları bilmeden algı savaşlarını, algı propagandalarını, algı operasyonlarını anlamak güçleşir.
Algılama ile ilgili birtakım kuramsal yaklaşımlar öne sürülmektedir:
Gestaltçı görme ve algılama kuramı: Karmaşıktan basite doğru eylemsel bir yönelişi ifade eder. Figür ile zemin arasındaki ilişkinin nasıl bir bütün oluşturduğu irdelenir.
Kurgusal yaklaşım kuramı: Algılamadaki en önemli rolü çerçeveleyerek bireylerin hafızasına yüklemektedir. Bu kuramda iddialar çeşitli gündelik deneylerle desteklenmeye çalışılmaktadır.
Öğrenme Kuramı: Algılama ve öğrenme de dahil olmak üzere her çeşit bilginin, gündelik etkinlikler neticesinde meydana gelen farkındalıklarla edinilebileceği savına dayanmaktadır. Duyularda mantığa ve matematiğe özel önem atfetmektedir.
Görüldüğü üzere iletişim disiplininde algı da en az tutum kadar önemli bir konu başlığıdır.
Zeynep Alankuş
İletişim ve Pazarlama Gurusu