Covid-19 pandemisi (küresel salgını) ile birlikte eski gündelik yaşantıların hemen hemen sona erdiği yeni bir döneme girilmiştir. Stratejistler, sağlık risklerine karşı daha dikkatli olmayı gerektiren yeni döneme “yeni normal”, “büyük sıfırlama” (great reset veya big reset) gibi isimler vermektedir. Covid-19 pandemisi sonrasını işaret eden bu yeni dönem, kabaca 2019 yılında başlayıp 2030 yılına kadar süreceği tahmin edilen çalkantılı süreci ifade etmektedir.
Çalkantılı süreç ibaresini açtığımızda öncelikle çok da masum olmayan bir arkaplanla karşılaşmaktayız. Bu arkaplanda sınırlar arası hatta kıtalar arası göçler, artan nükleer savaş tehditleri, bölgesel çatışmalar ve özellikle vekâlet savaşları bulunmaktadır. Covid-19 sonrası dönemde ise mevcut konjonktürel gerilimlere pandeminin doğasından kaynaklanan sağlıklı yaşam kaygısı ve bu kaygının tetiklediği birtakım sosyal hareketlilikler eklenmiştir. Tüm dünyayı derinden sarsan pandemi döneminde çeşitli gerekçelerle özgürlükleri kısıtlanan bireylerin ve halk kitlelerinin provokasyonlara açık hâle gelmesiyle beliren geniş çaplı gösteri temayülleri, biyolojik silah olarak kullanıma uygun binlerce virüsün varlığından bahsedilmesi ve yaşanan ekonomik darboğaz sonucu makroekonomilerde olağanüstü sıkıntıların baş göstermesi ile hem küresel hem de ulusal boyuttaki tehdit algılarında radikal değişimler gözlenmektedir. Asimetrik tehditlerle yüzleşmenin kaçınılmaz olduğu yeni süreçte kolluk ve güvenlik hizmetinin söz konusu tehdit algılarını doğru değerlendirip en isabetli müdahaleleri yapabilecek standartlara sahip olması beklenmektedir.
Sosyo-psikolojik merkezli tehdit algısındaki değişimle birlikte Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi en radikal düzlemde sorgulanmaya başlanmıştır. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi, Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayımlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir. Maslow’a göre belirli bir kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz ve bir üst seviyeye geçmeye gerek duymaz. Örneğin kişi yemek içmek gibi temel fizyolojik ihtiyaçlarını ve güvenlikle ilgili ihtiyaçlarını karşılamadan bir üst düzeydeki sevgi ve ait olma seviyesine çıkamaz. Günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olası bir tehdit altında algılayan insan, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi gereksinimleri gündemine almaz. Pandemi döneminde insanların önceliği, fizyolojik ihtiyaçları karşıladıktan sonra sağlık güvenliğini, sıhhatini, vücut bütünlüğünü korumak olmuştur. Ancak sosyal mesafe gibi tedbirlerle diğer insanlara hatta ailesine karşı uzak durması istenen bireylerin aidiyet ve sevgi gibi ihtiyaçları da belirgin şekilde güçlenmiştir. Bunun nedeni, sağlıklı yaşamın sadece maddi ve tıbbi destekle değil aynı zamanda sevgi, ilgi ve moralle de bağlantılı olmasıdır.
Pandemi sürecinde öncelikleri değişen insanlar, temel ihtiyaçları kadar bireysel haklarının da korunmasını önemsedikleri için dış tahriklere aşırı reaksiyon gösterebilmektedir. Söz konusu hassasiyeti göz önünde tutan kötü niyetli dış uyarıcılar, ülkelerin iç güvenliği için ciddi bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Dış uyarıcılar, bazen bir yabancı ülkenin görevli ajanı olabilirken bazen de güdümlü medya gibi sosyal enstrümanlar şeklinde tezahür etmektedir. Bu süreçte özellikle sosyal medyadaki faaliyetlerin çok iyi gözlenerek dış uyarıcıların provokatif girişimlerine dikkat edilmesi yerinde olacaktır.
Öte yandan pandemi öncesi tehditlerinde de radikal bir değişim gözlenmiştir. Kısıtlı ve kontrollü seyahat nedeniyle sınırlar arası göçte kayda değer azalmalar rapor edilmektedir. Ülkedeki mevcut göçmenlerin deport işlemlerinde de azalma yaşanmaktadır. Göç hareketlenmesindeki bu azalışın nedeni sağlığı kaybetme kaygısıdır.
Pandemi süresince aidiyet ve sevgi duygusu ihtiyacının artışının en fazla gözlendiği kitle altmış yaş üstüdür. İleri yaşlarda yalnızlaşan insanlar, pandemi gibi doğrudan yaşamı tehdit eden ve gündelik hareketleri kısıtlayan bir düşman karşısında başta yakınları olmak üzere başka kimselerle bir arada olma ihtiyacı duymuştur ve bu ihtiyaç pandeminin başından itibaren her geçen gün artmıştır. Bir başka deyişle pandemi sürecinde ortaya çıkan en önemli tehditlerden biri de insanların yalnızlaşmasıdır. Yalnızlaşan insanların sağlığı daha da kötüye gider, verimlilikleri düşer ve bu nedenle önce ülkelerin sosyal güvenlik sistemlerinde, sonrasında da ülkenin genel malî durumunda olumsuz yansımalar meydana gelir.
İleri yaşlarda masum bir yalnızlaşma şeklinde ortaya çıkan sosyo-psikolojik etkiler, genellikle Z kuşağı diye adlandırılan genç yaşlarda ise “öfke patlamasına dönüşme” temayülü taşıdığı için özel bir önem arz etmektedir. Eğitim-öğretim alanındaki mecburi kısıtlamalar ve alışkanlıklarda meydana gelen radikal değişimler, yine dış uyarıcıların etkisiyle geniş çaplı protestolara ve bir sonraki adımda anarşiye dönüşme potansiyeline sahiptir. Evde kal uygulamasıyla uzun süre hareket imkânları kısıtlanan kitleler, evde kaldıkları sürece sosyal medya ile daha fazla haşır neşir olmakta ve provokasyonlara daha eğilimli hâle gelmektedir.
Nitekim ABD’de ve Batı Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan geniş çaplı Covid-19 protestolarını bu düzlemde değerlendirmek ve bir tehdit kabul etmek gerekmektedir. Toplumsal huzursuzluğa ve kamuya olan güvenin erozyona uğramasına neden olan Covid-19 protestolarının anatomisini en isabetli şekilde çözümlemek elzemdir. Bu minvalde Covid-19’la ilgili yazılı, görsel ve sosyal medyada halka sunulan bilgilerin doğruluğunu teyit etmek için güvenilir mekanizmalar kurulmalı ve halka güven vermenin yolları aranmalıdır.
Unutulmamalı ki Covid-19 pandemisi, son derece sıra dışı ve derin izler bırakıcı bir musibettir. Covid-19, bir musibet olarak nitelendirilmeli ve “bir musibetle nasıl baş edilmesi gerekiyorsa o şekilde gereken yapılmalıdır” denerek dikkatle, özenle, gayretle ve tek vücut olarak seferberlik ruhuyla hareket edilmelidir.