Biliyor muydunuz, Birinci Dünya Savaşında galip taraf Osmanlının da içinde yer aldığı ittifak devletleri olsaydı bu sefer bir ittifak devleti olan Almanya’nın planı müttefiki Osmanlıyı ortadan kaldırmaktı. Alman istihbaratının dönemi yansıtan gizli belgelerinde Osmanlı coğrafyasının üzerinde Almanya yazılıdır.
Diyeceğim o ki Birinci Dünya Savaşı nereden bakarsanız bakın korkunç bir şeytanî planın sahnelendiği kanlı hesaplaşmadır. Batı, tek vücut olup Osmanlı ile hesaplaşmıştır. Tarihin ilginç bir enstantanesi olarak kadim Osmanlı düşmanı Rusya, çarlık sisteminin çökmesiyle Osmanlı müttefiki oluvermiş ve Osmanlı ile Rusya’nın Avrasya coğrafyasından kaynaklanan kader arkadaşlığı başlamıştır.
Çanakkale Savaşı’nı da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Örneğin bir General Otto Limon von Sanders meselesi vardır. Limon Paşa’nın Çanakkale’deki varlığı tam bir kara mizahtır. Düşünün ki ortada bir haçlı savaşı var, Osmanlıya son darbeyi indirmek için yedi düvel hücuma geçmiş velâkin Osmanlı Ordusuna bir haçlı generali komutanlık yapıyor veya komutanlık davası güdüyor. Böyle tuhaflıklar yaşadık ama hâlâ yaşamaya devam ediyoruz. Şu an Türkiye’nin NATO’ya karşı pozisyonu da bir kara mizahtan ibarettir. Batılıların deyimiyle sözde Batı müttefiki olan Türkiye, Batı’nın açık düşmanlığını yok sayarak Batı’nın ileri karakolluğuna, muhafızlığına soyulmuş. Bir aslan düşünün ki etrafını aç sırtlanlar çevrelemiş ve bu aslan sırtlanlarla ittifak halinde olduğunu iddia ediyor, üstelik sırtlanlar da bu düşünceyi onaylıyor. Bunun adı kara mizah değil de nedir?
Osmanlı’nın son dönemindeki en parlak askerî barışı diyebileceğimiz Çanakkale Savaşına tekrar dönelim. Çanakkale nedir diye sorarsanız bana göre Çanakkale her şeyden önce bir ruhtur. Kahramanlık ruhudur, vatan ruhudur, millî dayanışma ruhudur. Bu ruhu gören İngilizler, bir daha Osmanlılara karşı savaşmayız diye ant içmişlerdir.
Doğrusunu söylemek gerekirse Çanakkale Savaşında vuku bulan kahramanlık destanı hakkında hepsi de birbirinden güzel olmak üzere çok şeyler yazıldı çizildi. Bu sebeple kalıpların dışına çıkarak tanınmış yabancıların bazı sözleri aktarmak istiyorum. Demem o ki Çanakkale ruhuna inanmayan varsa buyursun bir de diğer taraftan baksın.
İngiliz Başbakanı Asquith Çanakkale Savaşını kastederek diyor ki:
“Harpte iki meşum (uğursuz) şey vardır. Bunlardan biri taş duvara körü körüne yüklenmek, diğeri kuvvetleri birtakım ayrı ve bağlantısız harekâta dağıtıp körletmektir. Biz bu iki ahmaklığı yapmanın tehlikesiyle karşı karşıyayız.”
İngilizlerin en meşhur Başbakanı Churchill’in Çanakkale’yle ilgili sözleri ise unutulacak gibi değil:
“Ordunun yardımı olmaksızın Filo’nun başarı sağlayabileceği ümidine kapılmıştım; fakat şimdi bu işte müşterek bir harekâtın zorunlu olduğunu anlıyorum. Türkler, Çanakkale’yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir.”
Limon Paşa’nın samimi itirafını da ekleyelim:
“... Bu Türk kıtaatının cesaret, metanet ve sebat cihetiyle takdir ve senaya liyakati, her şüphenin fevkinde bulunmuştur. Donanmasının ateşiyle de, en müessir surette muavenet gören pek cesur bir düşmanın taarruzlarına karşı sayısız muharebelerde bu kıtaat mevkilerini muhafaza etmişlerdir.”
Meşhur General General Tawshend de şöyle diyor:
“Avrupa’da hiçbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum, Türklerle mukayese edilebilsin. Almanların müdafaada gayet iyi oldukları kabul olunabilir. Fakat siperlerde onlar dahi Türklerle kıyas edilemez. Misal olarak Gelibolu’yu zikretmek isterim. Orada bizim gemi ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar, Türk olmasalardı yerlerinde kalamaz ve derhal değiştirilirlerdi. Halbuki Türkler, bütün muharebe müddetince yerlerinde kaldılar.”
İngiliz General Oglander’in itiraf gibi açıklamalarını da zikretmek lazım:
“... Türk askerinin savaş ve dövüş hususunda hâiz bulunduğu evsafın bidayette layıkıyla takdir edilmemiş olması, İngilizler için felaket olmuştur... Türk askerinin ne yaman muharip olduğunu, İngilizler kendileriyle dövüştükten sonra bittecrübe anlamışlardır.”
Avustralyalı Yarbay D. M. Horner’e kulak verelim:
“Çanakkale Savaşları, Avusturalya ordusunun gelişimine birçok etkide bulunmuştur. İlk olarak Avusturalya ordusu kuvvetlerinin bir yabancı tarafından değil, bir Avusturalyalı subay tarafından idare edilmesini temin edecek bir uygulamaya başlanmıştır ve Çanakkale olayları, bu uygulamayı başlattı.”
Yeni Zelandalı Prof. Dr. J. Pillips ise Çanakkale’nin Yeni Zelanda’nın tarihindeki kimlik aydınlanmasında oynadığı rolün altını çiziyor:
“Çanakkale Savaşları, savaşa İngiliz bayrağı altında katılan Yeni Zelanda’nın uluslaşma sürecine çok önemli katkılarda bulunmuştur. 1915’te Yeni Zelandalılar, kimliklerini İngiliz İmparatorluğu içerisinde tanımlamaktaydılar ve bağımsızlık kazanmak gibi istekleri yoktu.”
Japonları da unutmayalım. Prof. Dr. Em. Krg. Hideo Miki diyor ki:
“Çanakkale Savaşları, modern savaş tarihinde birleşik kara ve deniz savaşlarının başlangıcı ve ilk örneğidir.”
Meşhur asker ve düşünür Alan Moorhead, Çanakkale’nin bir haçlı savaşı olduğuna işaret etmiştir:
“Avrupa diplomasisinin çıkmazlarında ihtiyatla yolunu arayan ve Avrupa devletlerinin birbirine düşmüş meclislerinde kendi lehinde fırsatlar kollamaya çalışan ürkek ve tereddütler içindeki Osmanlı, artık yerini, dimdik adeta mağrur ve kendine güvenen, kendi hayatını yaşamaya azmetmiş, Hristiyan düşmanlarına tam bir istihfafla bakan şahsiyete bırakmıştı.”
Robert Rhodes James daha hoyratça itiraflarda bulunuyor:
“Çanakkale Boğazı’ndaki Türkler ve Almanlar da 18 Martı aralıksız takip eden sessiz günler, şaşkınlık ve sonra da, büyük bir sevinç uyandırdı. Moral, son derece yüksekti. Kaleler ve tabyalardaki hasar da kolaylıkla giderilmiş olmakla beraber, ağır bataryaların cephane durumu ciddiyetini koruyordu.”
Son olarak İngiliz Yazar Ellis Ashmit Bartlett’in sözlerini aktarayım:
“Çanakkale fecayiine (çok acıklı olaylarına) ait mesuliyetin, her iki taraftan hangisine ait ve raci olduğu keyfiyeti henüz tahakkuk edemediyse de, bahri hücumun (deniz hücumu) altında mündemiç (saklı) olan hakayik (gerçekler), o kadar basittir ki, bu hususta en müptedi (ilkel) olanlar bile bunu anlarlar. Biz en müşkülü’l-icra (yapılması zor) harekete tasaddi ettik (başladık) ve esas noktalara dair malumatı sahiha (gerçek bilgiler) elde etmeden evvel mutadımız (adetimiz) olduğu üzere, düşmanı hakir (küçük) görerek, böyle bir külfetli işe sarıldık. Neticedeyse, herkesin kabul ve itiraf edeceği bir hezimete, mağlubiyete uğradık ki, bunun izin, hiçte şikâyete hakkımız yoktur. 18 Martta mağlup olduk. Bu bapta tevile felana (başka anlam vermeye falan) hacet yoktur.”
Gördüğünüz üzere Çanakkale Savaşında asil kanımızdan gelen gücümüzü fütursuzca çıkarıp göstererek Batılıları çok fena ürküttük. Çünkü biz Türk’tük! Sözde müttefikimiz olan Batılılar bilsin ki hâlâ da değişen bir şey yok! Dün neysek bugün de oyuz!
Saygıdeğer okurlar, biz bu ruhu kolay kazanmadık. O hâlde kıymetini bilip sonsuza dek korumak için azamî özen ve ihtimamı göstermek zorundayız. Doğru olan da bu değil midir? Bazı şeyler vardır, değeri parayla pulla ölçülmez. İşte o özel değerlerden bizim millî kodlarımızda fazlasıyla var. Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Arabıyla biz bu kudsî ruhun ilelebet muhafızlarıyız ve cennet vatan Anadolu’nun gerçek sahipleriyiz.
Batılısı, Doğulusu bunları iyice bilsin ve bir daha bize karşı gözlerini karartacak olurlarsa gözlerini morartacağımızı akıllarından da çıkarmasınlar.