Değerli okurlar, çoğunuzun mâlumu olduğu üzere bendeniz Urfalıyım. Bunla da hep gurur duymuşumdur. Ancak son birkaç günde o yörenin, o toprağın insanı olmakla daha fazla gurur duymaya başladım.
Neden diye soracak olursanız şöyle açıklayım: Hamurumun mayalandığı topraklara hayatımda ilk defa derinlemesine bir tarih ve kültür seyahati yaptım. Daha önce de elbette çok defalar seyahatlerim, ziyaretlerim olmuştu ama bu seferki farklıydı. Bu sefer, ulu peygamberlerin ruhunu hissederek titredim; ulu peygamberlerin soludukları havayı soluyarak titredim; ulu peygamberlerin hatıralarını görerek titredim; ulu peygamberlerin Allah’a çağıran seslenişlerine kulak vererek titredim…
Bu duygu cümbüşü içinde memleketimi arşınlarken yakın zamanda Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına atanan Sayın Önder Yeniçeri ile hasbihal etme fırsatım oldu. Onun da benzer bir coşku yaşadığını, benimle aynı duyguları paylaştığını fark ettim. Hatta bana ‘memleketimizi elbirliği ile daha fazla tanıtalım’ dedi. Kendisi çoktan Urfalı olmuş bile. Kapısı herkese açık ve adaleti tartışılmaz olan Sayın Yeniçeri, Urfa gibi bir açık hava müzesi için gerçekten büyük şans. Urfa güzeldir de Urfalılar güzel olmaz mı hiç! Madem öyle Urfa seyahatimdeki deneyimlerimden herkes istifade etsin, gelebilenler de tereddüt etmeden Urfa’ya gelsin diye kalemi elime aldım.
Doğrusu tam olarak nereden başlasam bilmiyorum. Öncelikle coğrafyayı anlatayım. Malumunuz olduğu üzere Fırat’la Dicle arasında kalan ve medeniyetler beşiği diye bilinen bölgeye Mezopotamya deniyor. Tarihin en kadim kültürleri burada yaşamış. Nuh Aleyhisselam gemisi burada karaya çıkmış, İbrahim Aleyhisselam burada ateşe atılmış, Eyüp Aleyhisselam burada binbir derde göğüs germiş ve daha nice peygamberler burada kavimlerini iyiliğe ve doğruluğa davet etmiş. Mezopotamyanın Türkiye sınırlarında kalan kısmı Kuzey Mezopotamya, Suriye ve Irak tarafında kalan kısmı ise Güney Mezopotamya diye adlandırılıyor. Kuzey Mezopotamya, sırtını yüce dağlara dayamış, dolayısıyla su kaynakları çok olan ve buna mukabil popülasyonu da fazla ve çeşitli olan coğrafya.
Umarım herkes bu güzide coğrafyayı zaman ayırıp dere tepe demeden gezer, ben gezdim, büyülendim. Yediğim içtiğim benim olsun, gördüğüm olağanüstü güzellikleri anlatayım.
Hayat bin el-Kays el-Harrani Hazretlerini bilir misiniz? Harran'da yetişen velilerin büyüklerindendir. Hayatı Harran civarında geçmiş ve 1185 yılında yine burada vefat etmiştir. Ebu Abdullah el-Kureşî diyor ki: "Vefatından sonra kabrinde, hayatlarındaki gibi kerametleri ve tasarrufları devam eden dört evliya gördüm. Bunlar Ma'ruf-i Kerhî, Seyyid Abdülkadir Geylanî, Ukayl-i Münbecî ve Hayat bin el-Kays el-Harrani Hazretleridir." Ne kadar mübarek bir kişilik olduğunu artık varın siz düşünün. Kabri halen ziyaretgâhtır. Böyle güzel bir atamızın kabri ziyaret edilmeden geçilir mi?
Evliyaları elbette ihmal etmeyelim ama peygamberleri de asla unutmayalım.
Hiç uğradınız mı Eyüp Peygamberin çile çektiği mağara… O zamanki yaşantıyı anlatan tasvirlerle birlikte öylesine büyülü bir atmosferi var ki… Kur’an-ı Kerim’i açıp Eyüp Peygamberin kıssalarını defalarca kez okuyasınız geliyor. Sonra bir bakmışsınız, gözlerinizden yaşlar boşalıyor! Siz siz olun Urfa’daki müzelere uğramadan sakın gezdim gördüm demeyin.
Ben ara ara develere bindim, tarihi en doğal haliyle yaşatan ve yansıtan özel bir deneyimdi, sizlere de tavsiye ederim.
Güneydoğu'da bozkırın ortasında bulunan ve Birecik Baraj Gölü sayesinde sahil kentini andıran Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesi ise ayrı bir güzellik… Cittaslow Uluslararası Koordinasyon Komitesinin 2013 yılında “akin şehir” ağına dahil ettiği Halfeti, tarihi taş evleri ve doğal güzellikleriyle Güneydoğu'nun saklı cenneti olarak da adlandırılıyor. Halfeti'ye giden ziyaretçiler, büyük bölümü sular altında kalan ve "batık kent" olarak nitelendirilen Savaşan Köyü'nü tekne turuyla geziyor. Ben de o talihlilerden biriydim. Neden siz de olmayasınız? Bir kısmı su altında kalan Ulu Cami'yi gezen ziyaretçiler, dünyada sadece ilçede yetişen “karagül” bitkisini de görebiliyor. Ben, kokladım bile… Neden siz de koklayamayasınız?
Ve Göbeklitepe? Tarihi yeniden yazdıran müthiş keşif!
Göbeklitepe, Urfa’nın 20 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik köyü yakınlarında, yaklaşık 300 metre çapında ve 15 metre yüksekliğinde geniş görüş alanına hakim bir konumda yer alıyor. İnsanlık ve İslam tarihi hakkında eksik bilgilerimizi tamamlayacak, yerleşik tarihe dair tahminleri değiştirecek, buna rağmen bir kısmımızın varlığından dahi haberi olmadığı arkeolojik kazılar 1995 yılından beri devam etmekte. İnşası Milattan önce 10.000 yılına uzanan Göbeklitepe tarihteki en eski ve en büyük ibadet merkezi olarak biliniyor ve kadim İslam’ın ilk zamanlarında da Müslümanların gayet aydın, bilgili ve ileri olduğunu; ateist tarihçilerin iddia ettiği gibi bir evrim süreci yaşanmadığını; cilalı taş devri, yontma taş devri gibi masalların ne denli gülünç olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Düşünebiliyor musunuz, Göbeklitepe İngiltere'de bulunan Stonehenge'den yedi bin, Mısır piramitlerinden ise yedi bin beş yüz yıl daha eski! Ayrıca yerleşik hayata geçişi temsil eden kültür bitkisi buğdayın atasına da Göbeklitepe eteklerinde rastlandı. İnşa edildikten bin yıl sonra üstleri insanlar tarafından kapatılarak gömüldüğü düşünülen bu ibadethaneler şimdi yeniden gün yüzüne çıkıyor. Ne yazık ki bu mücevher değerindeki kazı alanında da günümüz vahşi insanı yapacağını yapmış. 2010 yılında, 40 santimetre boyunda, 25-30 kilogram ağırlığında taştan yapılmış ve üzerinde hayvan figürleri olan insan başı heykelinin çıkartıldıktan iki gün sonra kazı alanından çalınmış. 2007’den bu yana Prof. Dr. Klaus Schmidt'in bilimsel danışmanlığında süren ve çalışmaların çoğu karartılıp sansürlenen kazılarda şimdiye kadar neler çalındı, neler taşındı, hangi bilgi ve bulgular speküle edildi bilemiyoruz. Çünkü çoğu kazı alanında olduğu gibi burada da ateist bir arkeoloji zihniyeti ipleri eline almış, sürekli delil çürütmekle meşgul… Gidin, görün, daha ne deyim!
Yukarı Mezopotamya deyince, hele hele Urfa deyince Balıklıgöl’ü es geçmek olur mu?
Urfa bir söylenceler ya da efsaneler şehri değil, Urfa bir peygamberler şehri! Urfa’ya kim söylenceler ya da efsaneler şehri diyorsa bilin ki dinle imanla bir sorunu vardır. İşte az evvel Göbeklitepe örneğinde anlattım. Her şey gerçek, her şey ortada..!
İslam dininin büyük peygamberlerinden biri olan İbrahim Aleyhisselamın hayatının önemli bir kısmı ve Nemrut’la olan mücadelesi burada geçmiş.
Hz. İbrahim, Nemrut’un erkek çocukları kılıçtan geçirip öldürmesi üzerine annesi Zeliha tarafından gizlice mağarada doğurulmuş, kimi zaman annesi, kimi zaman ceylanlarca beslenip büyütülmüş. Daha sonra İslamiyeti tebliğe başlayan ve Kabe’yi inşa eden İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı Nemrut ve puta tapanlarla mücadele eder. Putları kırıp parçalayarak halkı Allah’a inanmaya çağırır. Bu başkaldırıya karşın Nemrut, İbrahim Peygamberi büyük bir odun yığınında yakmak ister. İbrahim Peygamber ateş üzerine düşer düşmez, ateşin yerinde berrak bir göl belirir. Yanan odunlar balığa dönüşür. Göle Halil-iü Rahman Gölü denir. Yanındaki göl ise Nemrut’un evlatlığı Zeliha’nın gözyaşlarından oluşan Ayn-Zeliha’dır. İbrahim Peygamber, Nemrut’u yenerek babası Azer ve kardeşinin oğlu Lut ile Harran’a yerleşmiştir. Çevresindeki dini yapılar ile bugün bile huzur ve huşu uyandıran Balıklıgöl, yüzyıllardan beri içinde yaşayan balıkları ile kutsal bir ziyaretgahdır; balıklara kimse dokunmaz ve onları beslemek sevap kabul edilir.
Asırlık çınar ağaçlarının gölgelediği, göl kenarını bir dantel gibi süsleyen Rızvaniye Camii, bir Osmanlı eseri; gölün güneydoğu ucundaki Halil İbrahim Camii ise bir Eyyubi eseri. Hangi birini sayayım..? Gidip görmek, görüp hissetmek lazım…
İşte böyle dostlar, ilk fırsatınızda halkı misafirperver olan Urfa’ya dümeninizi kırın. Peygamberlerin, evliyaların ruhları sizi çağırıyor. Maneviyatı iliklerinize kadar hissetmek için hiç durmayın, hemen seyahat planlarına başlayın.
Urfa'nın ekmeğini, isotunu çok yedik, her şeyinle ruhumda iz bıraktın, seni unutmak mümkün değil