Bir önceki yazımda Ahıska Türkleri’nin mağduriyetini etraflıca anlatmıştım. Şimdi ise Ahıska Türkleri’nin ulusal ve uluslararası hukuktaki haklarına, hukukçu dostlarımın da katkılarıyla elimden geldiğince değinmek istiyorum.
Hukuk ve politika arasındaki mantıksal ve kavramsal çekişmeler, özellikle toplumsal olaylarda ayrı bir önem kazanır. Ahıska Türkleri açısından da doğru nitelendirmeleri yapmak, özellikle hak arama sürecinde oldukça önemlidir. Bu sebeple öncelikle birtakım kavramları irdelememiz gerekmektedir.
Sürgün; bir hukuk terimi olarak bir kimsenin belli bir kent veya kasabada oturmaya zoruynlu tutulması sonucunu doğuran cezadır.
Göç; bir politik olgu olarak yurt dışından gelenler ve yurt dışına gidenler olmak üzere ikiye ayrılan yer değiştirme hareketidir.
Tehcir; yine bir politik terim olarak zorunlu göç ettirme anlamına gelmektedir..
İltica; Bir ülkeden başka bir ülkeye politik nedenlerle sığınmaktır.
Soykırım; ırk, milliyet, etnisite ve din farklılıkları nedeniyle insan gruplarının yok edilmesidir. Özellikle İslamofobik nedenlerle son yüzyılda yaşanan Bosna Katliamı gibi pek çok olay, iyi incelendiği zaman akıllara ilk etapta soykırımı getirmektedir.
Ahıska Türkleri’nin vatanlarından çıkarılıp Sovyet coğrafyası içinde çeşitli bölgelere göç ettirilmesi hukuki ve politik nitelendirme noktasında tartışmalı bir mevzudur. Stalin’in Ahıska Türkleri başta olmak üzere 13 farklı etnik unsura yapmış olduğu sürgünü bir soykırım olarak nitelendiren otoriteler vardır. Zira Ahıska Türkleri’nin baskıcı bir otorite tarafından sadece bir bölgeden bir başka bölgeye sürülmesi değil; zorunlu göç esnasında insanlık dışı ve pek fena muamelelere maruz bırakılmak suretiyle dolaylı yoldan da olsa kasten ve de toplu şekilde ölüme terk edilmiş olmaları söz konusudur. Bunun adı ise soykırımdır. Ancak yine de yerleşmiş bir kalıp olarak Ahıska Türkleri’nin 1944’de yaşadığı dramı sürgün olara nitelendirmek yerinde olacaktır.
Her devletin ülkesi üzerinde münhasır yetkisi vardır. Ancak Bu mutlak bir yetki değildir; uluslararası hukuk normları ile kısıtlanmıştır. II. Dünya Savaşı gibi politik çalkantılar esnasında başvurulabilecek ülkesel zorlama ve önlem çareleri de sınırlı şekilde (numerus clausus) olmak üzere uluslararası anlaşmalarla tayin edilmiştir.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) 1990 yılında Kopenhag’daki toplantısında “Ulusal Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları” ayrıntılı bir şekilde görüşülerek kabul edilmiştir. Buna göre; tüm toplumların kendi etnik, kültürel, dinsel ya da dilsel kimliğini özgürce ifade etme, koruma ve geliştirme iradelerine rağmen herhangi bir asimilasyon çabasıyla karşılaşmadan kendi kültürlerini bütün yönleriyle koruma ve geliştirme haklarına olması gerekir (madde: 3.2), kendi eğitimsel, kültürel ve dilsel kurumlarını muhafaza etme hakları vardır (madde: 3.2.1), aynı kültürel mirası paylaştıkları diğer devletlerin vatandaşları ile sınır ötesi ilişki kurma hakları vardır (madde: 3.2.2), kendi ana dilleriyle bilgiye ulaşma, bilgi alışverişinde bulunma ve yayma hakları vardır (madde: 3.2.4), azınlık durumunda olanların kimliklerinin korunması ve geliştirilmesi ile ilgili işlemler dahil konusal işlere etkili bir şekilde katılma hakkı vardır (madde: 3.2.5), ayrımcılık kurbanı olmamaları ve yasa önünde eşitlikten yararlanma hakları mutlaktır (madde: 3.1).
Kopenhag Belgesinde sıralanan haklar 1990 yılında Paris’te ve 1992 yılında Helsinki’de tekrar edilmiştir.
1991 Yılında Cenevre’de toplanan AGİT “Ulusal Azınlıklar Toplantısı” şu karara imza atmıştır: “Uluslararası yükümlülüklere ve ulusal azınlıklara mensup kişilerin hakları ile ilgili taahhütlere uymak kadar, ulusal azınlıklarla ilgili konular uluslararası ilgi konularıdır. Dolayısıyla sadece o devletin iç işi değildir.” Bu karar, azınlıkların lehine evrensel hukuk ilkeleri doğrultusunda devlet hükümdarlığına getirilen önemli bir kısıtlamadır.
Ahıska Türkleri’nin bir azınlık olarak kabul edilmesi gereği de apaçık ortadadır. Zira azınlık; bir ülkede dil, din ve ırkî köken bakımından farlılık gösteren vatandaşlar topluluğudur. Bu bağlamda AGİT üyesi Rusya’nın hem de Gürcistan’ın kabul ettiği ulusal azınlıklarla ilgili kanunları uygulamaya geçirmesi gerekmektedir.
Sovyet rejiminin temel görüşü olan sosyalizm, topluluğa ve işbirliğine inanç şeklinde karakterize edilen bir ideoloji olmakla birlikte sosyalist teoriler komünizmden sosyal demokrasiye kadar geniş bir yelpazede ortaya çıkmaktadır (Heywood 2013). Rus hukuk sistemi Türkiye’de yeterince bilinmemektedir. Sovyet döneminde bu hukuk sistemi, aşina olduğumuz kamu hukukunu ama özellikle de idare hukukunu ideolojik gerekçelerle reddediyordu. Rusya Federasyonu’nda son yirmi yıl içerisinde Batı formlarında bir idare hukuku kurulmaya çalışılmıştır. Bu süreç hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Rusya’da 2000’li yıllarda başlayan hukuk reformu süreci hâlen devam etmektedir.
Sovyet idare hukuku denildiğinde, “Sovyet kamu hukukunun bir dalı” ve “komünist anlayışa uygun devlet yönetimi alanında toplumsal ilişkileri düzenleyen hukuk normları sistemi” anlaşılmaktadır. Sürgün ya da göç gibi kavramları da bu düzlemde irdelemek gerekir. 20 Yıl öncesinin Rusya’sında “sürgün” olgusu, Sovyet hukuk sistemi içinde politik gerekçelerden müteşekkil mesnetlere dayanmaktadır (Mehdiyev 2003). Bununla birlikte bünyesinde Kara Avrupası tarzında kamu hukuku tüzelkişiliğine sahip bulunmayan, bunun yerine “Sovyet devlet yönetimi organı” adıyla bilinen daha farklı yapılara sahip (Mehdiyev 2003) bir hukuk sistemi söz konusudur. Sonuç itibariyle Sovyet hukuk sisteminde sürgün, kamu otoritesinin sorgulanamaz emriyle gerçekleşen mutlak bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Uluslararası hukuk sisteminde Gürcistan’ın da dahil bulunduğu bölgesel İnsan haklarını koruma mekanizmasını gündeme getiren Avrupa Konseyi, oldukça etkili bir hukuk ağına sahiptir. Bünyesinde İnsan Hakları Mahkemesi’ni de barındırmaktadır.
Ahıska Türkleri’nin 1944 ve sonrasındaki bir dizi mağduriyetine ilişkin olarak Avrupa Konseyi tarafından 1950 yılında kabul edilen Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’ne göre Gürcistan’ın mı yoksa Rusya’nın mı hukuki sorumluluğa sahip olduğu tartışmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Sözleşme’ye sürekli eklenebilen protokoller nedeniyle statik bir yapıya değil dinamik bir yapıya sahiptir (Gözübüyük ve Gölcüklü 2013) Sözleşmeyle aynı tarihte kabul edilen ek protokolle mülkiyet hakkı, esas Sözleşme metninde olmamasına rağmen sonradan kapsama alınmıştır. Burada Gürcistan’ın sürgün olayında kendi fiilinin olmadığını ileri sürmesi, Sözleşmeye taraf olduktan önceki bir olaydan sorumlu tutulamayacağını ileri sürmesi geçersizdir. Şöyle ki sürgün olayının sonuçları Gürcistan’ın Sovyetler Birliğinden ayrılıp tam bağımsızlığını kullanmasından sonra da Ahıska Türkleri kendi vatanlarına dönememiş; Sözleşme ek protokolü ile teminat altına alınan mülkiyet haklarını kullanamamışlardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kıbrıs’ta mülkiyet haklarını kullanamadığı gerekçesiyle Loizidou Davası’nda Türkiye’nin benzer itirazlarını reddederek, Türkiye’nin tazminat ödemesine karar vermiştir (Gözübüyük ve Gölcüklü 2013). Ahıska Türkleri, hukuken ve fiilen mülkiyet haklarına kavuşmadığı sürece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sisteminden faydalanma hakkına sahip olacaklardır. Ayrıca Gürcistan gerekli düzenlemeleri yapmadığı takdirde, Sözleşme’nin 13’üncü maddesi hükmüne göre etkili başvuru hakkının ihlali gündeme gelecektir. Gürcistan’da 1997 yılında “Baskı Altında Tutulanların Sosyal Korunması ve Siyasi Misillemenin Kurbanları olarak Gürcistan Vatandaşlığının Tanınması Hakkındaki Kanunun” kapsamında Ermeni, Rum, Oset, Abhaz gibi unsurların sayılmasına rağmen Ahıska Türkleri’nin kapsam dışı bırakılması, Sözleşme’nin 14’üncü maddesindeki ayrımcılık yasağının da ihlali anlamına gelmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde Gürcistan’a karşı hem devlet başvurusu hem de bireysel başvuru imkanı vardır. Örneğin Sözleşme’nin taraflarından olan Türkiye, Gürcistan’ın Ahıska Türklerine karşı ihlal ettiği mülkiyet hakkını ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruda bulunma imkanına sahiptir. Ancak şimdiye değin ne Türkiye, ne de başka bir devlet böyle bir girişimde bulunmamıştır.
Gürcistan, Avrupa Konseyi’ne üye olurken Konsey’e Ahıska Türkleri’nin dönüşü ile ilgili iki yıl içerisinde hukuki düzenlemeler yapmayı, üç yıl içinde geri dönüş sürecini başlatmayı ve üyelikten itibaren de 12 yıl içerisinde bu süreci tamamlamayı taahhüt etmiştir (Kütükçü 2003). Geçen zaman içerisinde Gürcistan, uluslararası hukuka göre üstlenmiş olduğu yükümlülükleri yerine getirmemiştir. Bu nedenle tüm Ahıska Türkleri’nin AİHM nezdinde Gürcistan aleyhine bireysel başvuru hakkı doğmuştur.
Gürcistan, AGİT ve Avrupa Konseyi üyesi olmasının yanı sıra Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi’nin taraflarından biridir (Kütükçü 2003). Ayrıca her yıl ABD’de düzenlenen Birleşik Devletler Topluluğu Konferansı’nda Gürcistan’a “Ahıska Türklerinin sorununu çözmesi” yönünde tavsiye kararı alınmıştır (Kütükçü 2003). Bu kararın hukuki bir bağlayıcılığı olmasa da uluslararası hukuk mücadelesinde mevcut durumu destekleyen bir done olarak dermeyan edilmesi mümkündür.
Ahıska Türklerinin Sürgünü ile Çiğnenen Temel İnsan Hak ve Hürriyetleri
Yaşam Hakkı: Gerek 1944 yılındaki büyük sürgünde ve gerekse 1989 yılındaki Fergana Olayları gibi bir dizi trajik hadiseler esnasında birçok Ahıska Türkü’nün yaşamasına izin verilmemiştir. Yaşam hakkı ihlal edilen Ahıskalılar’ın yakınlarının AİHM’e bireysel başvuru hakkı bulunmaktadır.
İşkenceye, Kötü, İnsanlık Dışı ve Onur Kırıcı Muameleye Tabi Tutulmama Hakkı: İşkenceye, Kötü, İnsanlık Dışı ve Onur Kırıcı Muameleye Tabi Tutulmama Hakkı, öncelikle kişi dokunulmazlığının bir gereğidir. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1’inci maddesinde işkence, “maddi veya manevi acı vermek veya eziyette bulunmak” şeklinde tanımlanmıştır (Töre 2016). Ahıska Türkleri’nin özellikle ruhî yönden çok derin travmalar yaşadığı gerçektir. Doğrusu şu ki Ahıskalılar’dan başka hiçbir toplum bu kadar ileri derecede ve sürekli kötü muameleye dayanamazdı. İşkence ve her çeşit onur kırıcı kötü muamele, AİHS’nin 3’üncü maddesinde yasaklanmıştır.
Kişi Özgürlüğü ve Güvenlik Hakkı: Kişi özgürlüğü, kişinin fiziki ve bedensel bütünlüğünü ifade eder. Kişi güvenliği ise kişi özgürlüğüne yönelik tehditlere karşı kişiyi korumaktır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı AİHS’nin 5/1’inci maddesinde bağıtlanmıştır. Binlerce kişinin öldürüldüğü, binlercesinin sakat kaldığı, binlercesinin hastalandığı ve binlercesinde kalıcı hasarlar oluşan 1944 Ahıska Sürgünü ve sonrasındaki olaylar neticesinde özellikle bu hakkın ön plana çıkarılması gerekmektedir. Çünkü mülkiyet hakkı gibi diğer bazı temel hakların gölgesinde kalmaktadır.
Fiziki Güvenlik Hakkı: 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nde fiziki güvenlik hakkından bahsedilmektedir. Özellikle sürgün sonrasında mülkiyetlerinde bulunan taşınır ve taşınmaz malları yağmalanan ve bu neviden olayları sürgün edildikleri bölgelerde de meskun halk tarafından maruz kalan Ahıska Türkleri’nin fiziki güvenlik hakkı çok defa ihlal edilmiştir.
Ayrımcılığa Tabi Tutulmama Hakkı: Ayrımcılık yasağı, Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesi’nin 2’nci maddesinde ve AİHS’nin 14’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Özellikle ırkî ve dinî farklılıklar nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulan Ahıskalılar’ın AİHM’e bireysel başvuru hakkının bulunduğu kuşkusuzdur.
Din ve Vicdan özgürlüğü Hakkı: AİHS’nin 9’uncu maddesinde düzenlenen bu hakka göre her birey özgür olarak dinî inancının gereğini yapma (ibadet) hakkına sahiptir. Daha da önemlisi, hiç kimse bir inanca bağlanmaya ya da bir inancı terk etmeye zorlanamaz. Ahıska Türkleri ise özellikle Sovyet idaresindeyken din ve vicdan özgürlüğüne sahip olamamıştır. Günümüzde ise Gürcistan’a dönen Ahıskalılar’ın Hristiyan olmaya zorlandığı bilinmektedir.
Basın ve Kitle İletişim Özgürlüğü: Düşünceyi açıklama hürriyetinin bir parçası olarak ifade özgürlüğüne giren bu konuda Ahıska Türkleri, hiçbir bağımsız basın ve yayın hakkı tanınmayarak mağdur edilmişlerdir. Bu mağduriyet, günümüzde de Ahıskalılar’ın yaşadığı pek çok ülkede devam etmekte ve özellikle de ayrımcılık yasağı ile birlikte görülmektedir.
Eğitim Hakkı: Sovyet coğrafyasında Ahıskalılar genellikle tarımla uğraşmakta olup çoğu Ahıska Türkü temel eğitim hizmetinden mahrum edilmiştir. Ahıskalılar’a kendi dillerinde eğitim hakkı da tanınmamıştır. Şüphesiz ki Ahıska Türkleri’nin AİHS Ek Protokolünde düzenlenen eğitim hakkı çiğnenmiştir.
Yerleşme ve Seyahat Özgürlüğü: AİHS’nin 4 numaralı Protokolünde düzenlenen yerleşme ve seyahat özgürlüğü, her vatandaşa kendi ülkesi içinde hiçbir makama hesap vermeksizin yerleşme ve seyahat hakkı tanımıştır.
Çalışma Hakkı: Ayrımcılık yasağı ile ilintili bir haktır. Ahıska Türkleri’nin de toplumun diğer bireyleri gibi çalışma ve kazanç getirici işlerle uğraşma hakkı bulunmaktadır. Ancak bu hak, Sovyet coğrafyasında genellikle kısıtlanmak suretiyle ihlal edilegelmiştir.
Mülkiyet Hakkı: AİHS Ek 1 numaralı Protokolün 1’inci maddesinde düzenlenmiştir. Kısaca “mülkiyet dokunulmazlığı” şeklinde açıklanabilecek mülkiyet hakkına göre Ahıskalılar’ın el konulan veya yağmalan arazileri ve evleri başta olmak üzere gerek sürgün ve gerekse diğer olaylar muvacehesinde kaybettikleri her türlü mülkiyetleri AİHM nezdinde dava konusu edilebilir. Gürcistan topraklarında Ahıskalılar’dan kalan ev ve arazileri genellikle Ermeniler; Özbekistan’da yağmalanan ev ve arazileri ise Özbekler işgal etmiştir. Ayrıca zulüm yıllarında her türlü kıymetli eşyalarına da el konulmuştur.
Vatandaşlık Hakkı: İnsancıl yaşamın en temel haklarından biri de vatandaşlık hakkıdur. Uluslararası yabancılar hukukunda ise vatandaşlık hakkıyla beraber insancıl yaşamın diğer unsurlarını da destekleyecek şekilde yabancı ile vatandaşın eşitliği prensibi kabul edilmiştir. Vatandaşlık, bireyin tüm diğer haklara sahip olabilmesi için anahtar niteliğindedir. Gerek Sovyet coğrafyasındaki Ahıskalılar’ın gerekse sonradan Türkiye gibi ülkelere göç eden Ahıskalılar’ın ulusal hukuk yönünden vatandaşlık hakları çiğnenmektedir. Türk Vatandaşlık Kanunu’ndaki Türk soylulara tanınan özel şartlardan yararlanmak; herkesten çok Türklük mücadelesi veren Ahıska Türkleri’nin hakkıdır. Ancak Suriyeli mültecilere tanınan hakların dahi birçoğuna sahip olamayan Ahıska Türkleri, herkesten çok daha fazla mağdur durumdadır.
Sığınma Hakkı: Her devlet sığınma hakkının unsurlarını kendisi tayin eder. Ancak her devlet, uluslararası insan haklarını ve özgürlükleri kısıtlayıcı tedbirleri almaktan kaçınmalıdır. Sığınmacı kabul etme hakkı uluslararası metinlerde açık olarak düzenlenmemiştir. Bu yüzden sığınma hakkı daha çok bir ülke sığınmacı kabul ettikten sonra başlar. Sığınma hakkı tanıyan devlet bir dizi sorumlulukları yüklenmiş olur. Örneğim bir taahhüt çerçevesinde sığınmacı kabul ediliyor ve buna ilişkin bir dizi mevzuat hazırlanmış ise ilgili ülke bu mevzuatın gereğini yapmak zorundadır. Aksi takdirde uluslararası yaptırımlar söz konusu edilebilir. Ahıska Türkleri, sadece çeşitli ülkelere göç etmekle kalmamış; bazı kereler de sığınma talebinde bulunmuştur. Ahıskalılar’ı sığınmacı olarak kabul eden ülkelerin başında ABD gelmektedir.
Sosyal adalet kavramı, gerçek anlamda XX. yüzyılın ürünü ve çoğulcu demokratik toplumların itici bir gücüdür. Ancak bu kavram Sovyet Rusya’sının hukuk sisteminde manipüle edilmiştir. Bu manipülasyonun kurbanlarından biri de Ahıska Türkleri’dir. Bu toplumun karşılaştığı benzer güçlüklerle karşılaşan birçok toplum, sivil itaatsizlik gösterileri yaparak zulme boyun eğmemiştir; anca Ahıskalılar hiçbir zaman sivil itaatsizlik gibi hukukî sınırları zorlayan çarelere başvurmamışlar, hatta bunu akıllarına bile getirmemişlerdir. Belki de Sovyet toplumun sözleşmesine aykırı bir hareket içinde yer almaktan kaçınmışlardır; zira toplumlarda bireysel kimlikler zaman zaman Devlet erkine emanet edilmektedir.
Ahıska Türkleri, göç ve sürgünlerle dolu çileli bir hayat üzerinde kader birliği olan mazlum bir topluluktur. İkinci Dünya Savaşı’nda anayurtlarından koparılıp Sovyet coğrafyasının çeşitli bölgelerine sürülmeleri ile hem ulusal hem de uluslararası hukuk yönünden ağır biçimde mağdur olmuşlardır. Sürgün sonrası dönemde başlıca yaşama gayeleri, bu mağduriyetlerini bir şekilde telafi etmektir. Ancak hayat mücadelelerini bu boyuta taşımadan evvel; daha esas sorunları olan insanî yaşama ve insanî muameleye tabi tutulma özlemlerini gidermeye çalışmaktadırlar. Görüldüğü üzere Ahıskalılar için hayat hâlâ zordur.
Ahıska Türkleri’nin ulusal ve uluslararası hukuk aleminde karşılaştıkları en büyük engel, özellikle Türkiye Cumhuriyeti nezdinde, sahipsiz bırakılmalarıdır. Kendilerini Türkiye’ye ait gören ve her fırsatta Türkiye sevdalarını dile getiren bu mağrur Türk toplumu, ne yazık ki beklediği ilgi ve şefkati Türkiye’den görememiştir.
Herşeye rağmen Türkiye’nin Ahıska Türkleri için yapabileceği çok icraat bulunmaktadır. Uluslararası hukuk ve daha özelde insan hakları çerçevesinde belirgin bir mücadele veren Ahıska Türkleri için şunlar yapılabilir:
● Adalet Bakanlığı nezdinde oluşturulacak bir uzmanlık bürosu ile Ahıska Türkleri başta olmak üzere tüm dış Türkler’e ücretsiz hukuki destek sağlayacak ve gerekli girişimleri re’sen yapacak bir mekanizma kurulabilir.
● Ahıska Türkleri’nin yaşadığı ülkelerin bürokratik üstyönetimleri ile temasa geçilerek resmî kanallardan “sosyal sorunların tespiti, izlenmesi ve çözümü” odaklı çalışmalar yapılabilir.
● Ahıska Türkleri’nin bir kabul politikası çerçevesinde Türkiye’de iskanını sağlayacak makro plan ve projeler geliştirilebilir. Çeşitli yerleşim birimleri kurulabilir ve iş sahaları açılabilir. Hayatları düzene giren Ahıska Türkleri’nin insancıl yaşam mağduriyetleri bu şekilde izale edilmiş olacaktır. Düzenli hayata geçen Ahıskalılar, uluslararası hukuk boyutu başta olmak üzere diğer hukuki mücadeleleri için böylelikle yeterli enerji ve motivasyona sahip olabileceklerdir.
● Ahıska Türkleri’nin çalışma hakkı, bireysel ve toplumsal özellikleri ön plana çıkarılarak düzenlenmelidir. Ekseriyetle yabancı dil bilen ve oldukça mücadeleci olan bu kitleyi toplum içinde beyaz yakalı işlerde de görmeliyiz.
● Kaybedilmiş ve telafisi oldukça güçleşmiş mülkiyet haklarının -en azından tazminat ödenmesi suretiyle- telafisi için uluslararası ölçekte politik ve diplomatik girişimler yapılmalıdır.
● Tüm dünyaya dağılmış Ahıska Türkleri’ni mümkün mertebe tek bir bölgede toplamanın çareleri aranmalıdır. Zira Ahıskalılar birlik oldukça daha güçlü olacak ve böylelikle daha etkili şekilde haklarını arayabileceklerdir.
● Ahıska Türkleri’ne zulmeden Rus, Gürcü, Özbek gibi tüm ülkelerin bu onurlu ve mazlum toplumdan özür dilemesi sağlanmalıdır. Zira birçok Ahıskalı için böyle bir özür bile özel bir anlam ifade etmektedir.
● Ahıskalılar, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütlerin ya da Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerin insafına terk edilmemelidir. Onların yeri Anadolu topraklarıdır ve Türkiye’ye ne kadar kırgın olsalar da kalpleri Türkiye için atmaktadır. Bu insanları Türkiye’ye kazandırmak da ülkemizin menfaatlerine uygun olup hiçbir mahzuru bulunmamaktadır.
Umarım yetkililer, değerli Devlet büyüklerimiz, önerilerimizi dikkate alırlar.