Ülke sınırlarımız bilindiği üzere yol geçen hanına dönmüş durumda. Milyonlarca Suriyeli mülteci var derken Iraklılar Suriyelileri, Afganlar Iraklıları bastırdı. Daha bunun Pakistanlısı var, Afrikalısı var, var oğlu var. Bu gidişle Türkiye bir göçmenler ülkesi olacak, buna şüphe yok. Ancak bir de madalyonun millî tarafı var. Millî taraftan bakınca karşımıza bir Ahıska Türkleri sorunu çıkıyor. En acı sürgünleri, katliamları, soykırımları yaşamış, paramparça olmuş, talihsiz soydaşlarımız… Sahipsiz kalmış, ötelenmiş, itelenmiş, kakalanmış, dünyaya sığdırılmamış, acılı soydaşlarımız…
Önce Ahıska’nın nere olduğundan ve Ahıska Türkleri’nin kimler olduğundan başlayalım.
Ahıska, Gürcistan’ın güneyinde 6.413 km² alana tekabül eden ve kendine has kültürü, tarihi, kader birliği olan bir coğrafyadır. Bu alanda 6 ilçe ve 250 köy bulunmaktadır (Kahraman ve İbrahimov 2013). Ahıska yöresine Stalin’in asimilasyon politikasının bir sonucu olarak Mesketya denmiştir. Ahıska Türkleri ise Mesketya adı verilen söz konusu bölgede yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti ile doğrudan politik, tarihi, coğrafi ve kültürel bağı olan bir Türk toplumudur. Sürgüne gönderilmeden önce yaşadıkları bölge Anadolu’nun, dolayısıyla Türkiye’nin uzantısı konumundadır.
1944 yılında Stalin tarafından Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’a sürülmüşlerdir. Sovyetler’in son zamanlarında ise Gorbaçov’un prestroika ve glasnost adlı liberal açılım politikalarından da olumsuz etkilenen bu topluluğun kaderi göç ile şekillenmiştir. Günümüzde, toplam nüfusu yaklaşık 350-400.000 olan Ahıska Türkleri, dünyanın birçok farklı ülkesinde dağınık halde yaşamaktadır. Bunlar arasında Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Türkiye, Ukrayna, Özbekistan ve ABD başta gelmektedir. Yaşam koşulları da yaşadıkları ülkelere ve hayat şartlarına göre farklılık göstermektedir. Türkiye’de kırkbinden fazla Ahıska Türkünün yaşadığı tahmin edilmektedir. Bunların yaklaşık yarısı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuştur.
Bu çalışmada Ahıska Türklerinin günümüzde en çok dile getirdikleri sorunlardan olan Ahıska Türklerinin maruz kaldığı insan hakları ihlalleri ve yoksun bırakıldıkları hakların iadesi üzerine odaklanılacaktır.
Kökü, 1944 gibi eski bir tarihe ve Sovyetler Birliği gibi hukuk tanımaz bir devlete dayanan Ahıska Türkleri Sürgünü, uluslararası politika merkezli bir konu olması ve temas ettiği hukuki meselelerin çeşitliliği hasebiyle çok çetrefil bir vakadır. Hukuki değerlendirmelerde isabetli nitelendirmeler özel bir öneme sahip olduğu için çalışmamızda öncelikle doğru hukuki tanımlamalarda ve nitelendirmelerde bulunmaya gayret edilecektir.
Şu bir gerçek ki bu benzeri çalışmalar ile Ahıska Türkleri’ne ilişkin bir farkındalık meydana getirilmiş olmaktadır. Söz konusu farkındalığı Türkiye ile sınırlı tutmayarak global sahaya taşımak gibi bir sorumluluk taşındığı da gerçektir. Bununla birlikte uluslararası hukukun sınırlarını biraz zorlayarak da olsa çeşitli çözüm önerileri getirerek Ahıska Türkleri’nin mağduriyetini giderici adımlar atılmaya çalışılacaktır. Zira Ahıska Türkleri’nin başlıca ihtiyacı ve özlemi de zararlarının her ne şekilde olursa olsun giderilmesi ve vatanlarına bir an önce kavuşturulmalarıdır.
9 Ağustos 1578 tarihinde Osmanlılar ile Safeviler arasında meydana gelen Çıldır Meydan Muharebesini Özdemiroğlu Osman Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu kazanmış; bu muharebenin akabinde yer yer devam eden çeşitli çatışmalar sonucunda Ahıska Türkleri’nin vatanı olan bölgelerle birlikte tüm Gürcistan ve Şirvan (Azerbaycan) ve kısa bir zaman sonra da Dağıstan, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimine geçmiştir. Safeviler, çatışma ve savaşları tüm Osmanlı sınırı boyunca oniki yıl devam ettirmiş ancak tüm savaşlarda yenilmişler, bunun üzerine 21 Mart 1590 tarihinde akdolunan Ferhat Paşa Anlaşması ile tüm Gürcistan, Karabağ, Şirvan, Dağıstan, Tebriz başta olmak üzere şimdiki Güney Azerbaycan, Luristan, Huzistan, Ardelan ve Şehrizor Osmanlılara bırakılmış; böylelikle Hazar Denizi boyunca yayılan Osmanlı İmparatorluğu doğudaki en geniş sınırına ulaşmıştır. Yine bu anlaşma ile Hz. Muhammed (SAV), Dört Halife'den Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman ile Peygamberimizin zevcesi Hz. Aişe hakkında Şiî İran halkının kötü söz söylememesi kararlaştırılmıştır.
Oğuz kültürünün hakim olduğu Anadolu Türklüğü ile Kıpçak Ahıska Türklüğü arasındaki münasebet, Ferhat Paşa Anlaşması sonucunda Ahıska yurdunun Osmanlıların yönetimine geçmesi ile başlamıştır.
Çeşitli teorilere rağmen Ahıska Türkleri’nin menşei tartışmalıdır (Kalkan 1998). Ahıska Türkleri 1948’deki sürgüne kadar kendilerine “Kafkas Türkleri” demiştir. Sürgünden sonra ise diğer etnik gruplardan daha rahat ayrılabilmek için “Ahıska Türkleri” tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Şu bir gerçek ki Ahıska sadece bir yörenin adıdır (Kalkan 1998).
Kültürel yapıları ve konuştukları aksan itibariyle bugün Kars, Ardahan ve Batum civarında yaşayanlarla benzerlik gösterirler. Ayrıca, çoğunlukla Sünni Müslüman olsalar da Gürcü kaynakları onların sonradan Müslümanlaştırılan Gürcüler olduklarını yazmaktadır (Gazigil 2106). Hatta bu sebepten “Meshet (ya da Mesket) Türkleri” olarak adlandırılmışlardır; ancak Ahıska Türkleri bundan hoşlanmaz ve hiçbir zaman bu tabiri kullanmazlar (Gazigil 1998). Nitekim Ahıskalılar’ın sonradan Müslümanlaştırıldıklarına dair bilimsel bir dayanak da yoktur.
Aradan geçe süre zarfında; 11 Mayıs – 4 Haziran 1918 tarihleri arasında Batum'da yapılan konferanstaki görüşmeler sonucunda, Osmanlı Devleti ile Kasım 1917’deki Bolşevik ihtilalinden sonra Kafkasya'da kurulan devletler (Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti, Gürcistan Cumhuriyeti ve Azerbaycan Milli Şurası) arasında akdedilen Batum Antlaşması ile her ne kadar Kars, Ardahan ve Batum Osmanlılara devredilse Ahıskalılar’ın yaşadığı bölge Ruslar’a bırakılmıştır. 1918’den 1944’e kadar olan süreç, her türlü ibadetin ve anadilde konuşmanın yasaklandığı büyük Rus zulmünün hüküm sürdüğü karanlık bir dönemdir.
Ahıska Türkleri, kendi içinde kapalı ama her daim beraber yaşamayı seven bir topluluktur (Kalkan 1998). Bu sebeple kendi kültürel ve ananelerini şimdiye değin çok iyi koruyabilmişler.
Sovyet lider Stalin, Ahıska yöresi Türkiye sınırında olduğu için burada yaşayan Türkler’den tedirgin olmuştur. Yanı sıra İkinci Dünya Savaşı’nda her an ülkelerin sınırları değişebilir olduğundan muhtemel bir Türk-Sovyet savaşında bu insanların ihanet edebileceğinden çekinmiş ve sonuçta Ahıska Türkleri’nin sancılı sürgün süreci başlamıştır.
Ahıska Türkleri’nin ilk sürgünü, 14 Kasım 1944 tarihinde, hiçbir önbildirim veya başkaca bilgilendirme olmaksızın vuku bulmuştur. Öncelile Kazakistan ve Kırgızistan’a, sonrasında Özbekistan’a yerleştirilmişlerdir. 1989 yılında Özbekistan’da Fergana Olayları çıkınca tekrar Rus coğrafyasının farklı bölgelerine sürgün edilmişlerdir. Ancak ikinci defa yerleştikleri bölgelerden sürgün amacıyla koparılan Ahıskalılar, Türkiye ve ABD’ye gitmek için imkanlar araştırmaya başlamıştır.
Ahıska topraklarından uluslararası petrol boru hatları geçtiği için bölgenin günümüzde jeopolitik önemi de vardır. Yanı sıra bölge, Karabağ sorunu ile günemimizden düşmeyen Ermenistan’a komşudur. Bütün bu veriler, Ahıska Türkleri’nin sürgününe farklı açılardan bakmamızı gerektirmektedir.
Bununla birlikte Sovyet yönetimince Ahıskalı Türkleri’ne “yurtlarının Almanlar tarafından işgal edileceği ve onları koruma amacıyla güvenli bölgelere geçici olarak gönderilecekleri” söylenmiştir (Kahraman Özözen ve İbrahimov 2013). Sovyet coğrafyasının iç kesimlerine yapılan sürgün esnasında, sağlıksız şartlardan ve kötü muamelelerden ötürü 15-20 bin arası Ahıska Türkü ölmüştür.
Çok elim zorluklara, çeşitli sürgünlere ve yok etme politikalarına rağmen hâlâ ayakta kalan kültürleri ve millî şuurları nedeniyle Ahıska Türkleri bazı bilim insanlarınca ulusötesi bir topluluk olarak nitelendirilmektedir.
Ülkemizde, 2 Temmuz 1992 tarihinde, “Ahıskalı Türklerinin Geri Dönüşleri ve İskânı” ile ilgili 3835 sayılı Kanun çıkartılmıştır. Bu kanun uyarınca ilk etapta 300 aile Iğdır’a yerleştirilmeye çalışılsa da uygulama planı başarılı olamamış ve sadece 150 aile yerleştirilebilmiştir. Sonrasında gelen Ahıskalılar ise kendi istekleriyle Türkiye’ye göç etmişlerdir. Ancak bu şekilde Türkiye’ye yerleşenler, Türk soyundan geldikleri için Türk vatandaşlık hukukundaki özel haklardan yararlanmaya, oturma ve çalışma izni almaya çalışmıştır.
3835 sayılı Yasa’dan sonra Ahıska Türkleri için özel bir yasa çalışması olmamıştır. Göç problemiyle ilgili son mevzuat çalışmaları da Ahıskalılara özel bir statü ortaya koyamamıştır.
Ahıska Türkleri’yle ilgili yurtdışında da bazı hukuki gelişmeler yaşanmıştır. Örneğin ABD, 2004 yılında, Ahıskalı Türkleri’ni özel bir yerleştirme politikasıyla mülteci statüsünde kabul edeceğini açıklamıştır. Bu beyandan sonra 12 bin Ahıska Türk'ü, akrabalık bağları gözetilmek suretiyle 2005-2006 yıllarını kapsayan iki yıllık süreçte ABD'nin 30 farklı eyaletine yerleştirilmiştir. ABD bu göçmenlere yeşil kart vermiş, ilk altı aylık ev kiralarını ödemiş, maddi yardım yapmış, çeşitli iş olanakları sağlamış ve beş yıl sonra ABD vatandaşı olma hakkı tanımıştır.
Gürcistan Hükûmeti 1999 yılında Avrupa Konseyi’ne girerken 12 yıl içerisinde Ahıska Türkleri’nin topraklarına geri dönüşünü kolaylaştırmak hususunda bir taahhütte bulunmuştur. Bu taahhüt akabinde, 5.000 kadarı Azerbaycan’da yaşayan Ahıskalılar olmak üzere Gürcistan’a 5841 başvuru yapılmış; ancak sadece 1444 tanesi kabul edilmiştir. Gürcistan Hkûmeti bu taahhüdü zorlaştırdığı için eleştirilmiştir. Zira başvurucuların Hristiyan isimleri kullanması, Hristiyanlık inancına mensup olması, Ahıska bölgesine değil yalnızca Tiflis civarına yerleşmesi, önceki vatandaşlıklarını iade etmeleri gibi bir dizi şart koşulmuştur.
Ukrayna gibi eski Sovyet coğrafyası ülkeleri başta olmak üzere 13 farklı ülkede yaşayan Ahıska Türkleri; dışlanma, eşitsizlik, ayrımcılık gibi birçok problemle karşılaşmaktadır ve 1944’deki sürgünden bugüne değin haklı olarak standart ve genel kapsamlı bir insanî muamele beklentisi içinde olmuşlardır. 1989 Yılında Özbekistan’da patlak veren Fergana Olayları ise Ahıska tarihinin en az 1944 Sürgünü kadar elim bir hadisesidir.
Ahıska Türkleri artık tüm dünyadan kendilerinin anlaşılmasını, mağduriyetlerinin bilinmesini, en azından artık vatansızlıktan kurtulup insanca yaşam hakkı tanınmasını istiyorlar. Size çok şey mi istiyorlar?