Yeni hedefleri artık İslam medeniyetinin kadim halkı olan Kürtlerdi. Fakat bu sefer mesele daha büyüktü. Kürt halkı çok dindardı. Onları Hıristiyan yapmak mümkün değildi ama laik, seküler bir anlayışa çekilerek ıslah edilebilirlerdi. Bu politikaların uygulanması sırasında devletin bazı yanlış uygulamalarının da emperyalistlerin ekmeğine yağ sürdüğü aşikârdır. Hülasa 80 darbesi sonrası ortaya PKK sorunu, akabinde son siyasi uzantısı olan HDP çıktı ortaya.
Şark Meselesi ya da Doğu Sorunu, siyasi literatüre ilk defa 1815 Viyana Kongresiyle girmiştir. Bu mesele her ne kadar 1815’te isimlendirilmiş olsa da araştırmacılara göre başlangıcı farklı zamanlardır. Kimi tarihçiler Haçlı Seferleri’ni milat alırken, kimileri de 1071 Malazgirt Zaferi’ni başlangıç olarak gösterirler.
Genel bir ifadeyle Türkler’in (Müslümanların) önce Avrupa’dan, ardından Anadolu’dan atılma projesi olarak uygulanan bu politikanın birçok ayağı vardır. 1699 yılından sonra Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da birçok toprak kaybetmesi ve devam eden süreçte Yunanistan’ın bile bağımsız olması politikayı uygulayan batılı devletlerin iştahını daha da artırmıştı. Bu sefer hedefte Doğu Hristiyanlığının kadim halkı Ermeniler vardı. Fakat ortada aşılması güç bir durum mevcuttu. O da Ermeniler’in örf, adet, gelenek olarak Türklerle etkileşiminin fazla olduğu bir halk olmasıydı. Bazı misyonerler bu kadim halka Hıristiyan Türkler demesinin temel sebebi buydu.
Fakat yılmadan ısrarla Ermeniler’in evangelistleştirilmesi (Protestanlaştırılması, medenileştirilmesi, ıslah edilmesi, batılılaştırılması) projesi uygulamaya konuldu. İlk başta misyonerlere Ermeni halkından ve Patrikliğinden şiddetli tepkiler gelse de, misyonerler bu politikanın esas sahibi İngiltere’nin, büyükelçisi Lort Stratford Canning’in koruması ve yasal bir zırh sağlamasıyla kurtuldular.
Israrla ve inatla bu ayrımcı dili kullanan emperyalistlerin yeni oyun kartı olan misyonerler hedeflerine de Ermeniler içinden bir Protestan azınlık çıkartarak ulaşmışlardı. Buna paralel oluşturdukları okullar vasıtasıyla Ermenilerden belli bir gurubu devletlerine karşı isyan etmelerinin yolunu açmışlardı. Aslında baştan beri niyetleri şark meselesinin halli için Osmanlı Devleti’ni bölmek ve yok etmek olan misyonerler bu işte maharetlilerdi.
Osmanlı Devleti’ne gelen ilk misyonerlerden olan bir zatın[1] eserinde yazdıklarına kulak verelim: “Fakat şimdi siyasi dünyanın esasları kuzeyden huzur bozan güçler(Rusya) büyük çapta sıkıntı çıkarıyor. Ayrılma olmadığı takdirde bu imparatorluğun tüm sivil ve sosyal yapısı kıvranma tehdidi altında kalır. Türkiye ’de hak din olan Hıristiyanlığın canlanması için bu mücadelenin etkisi ve politik değişiklikler nasıl olacak?” H.G.O. Dwight, Christianity in Turkey : a narrative of the Protestant Reformation in the Armenian Church / (London : J. Nisbet 1854, s.319- 320.)
Açıkça Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti kurmanın matbuata geçtiğinde tarih 1854 yılını gösteriyordu. Daha sonrası bildiğimiz hikâye. Ve devletin 1915 tehcir kararını almak zorunda kalması, büyük güçlerin Ermeni kartı üzerinden bu meseleyi halledememelerine sebep olacaktı.
Ve sonra Milli Mücadele ve laik yeni Türkiye Cumhuriyeti… Her ne kadar idarecilerimiz “bizim artık küresel iddialarımız yok, enerji kaynaklarında gözümüz yok, bak Ayasofya’yı bile müze yaptık, bu mesele çözüldü artık” dese de, batılıların gözünde yine yüz yıllarca İslamiyetin bayraktarlığını yapmış olan bu halk büyük tehditti. Başlarına yeni çoraplar örülmeliydi.
Yeni hedefleri artık İslam medeniyetinin kadim halkı olan Kürtlerdi. Fakat bu sefer mesele daha büyüktü. Kürt halkı çok dindardı. Onları Hıristiyan yapmak mümkün değildi ama laik, seküler bir anlayışa çekilerek ıslah edilebilirlerdi. Bu politikaların uygulanması sırasında devletin bazı yanlış uygulamalarının da emperyalistlerin ekmeğine yağ sürdüğü aşikârdır. Hülasa 80 darbesi sonrası ortaya PKK sorunu, akabinde son siyasi uzantısı olan HDP çıktı ortaya. Bu partinin bölgede silahların gölgesinde bir taban bulduğu da ortadadır.
Ajitasyon, demagoji, pragmatizm ve oportünizmin tüm unsurlarını sonuna kadar kullanan HDP’ye bakıldığında alabildiğine seküler bir çizgi çıkıyor karşımıza. Partinin programına baktığımızda eşcinsel hakları, kadın hakları gibi batılı bir dil, uygulamada ise Ramazan ayında kahvaltılı basın açıklamalarını görüyoruz. Hatta Ermeni soykırımı iddialarına açıklamalarıyla destek veren Papa’ya sahip çıktıklarını açıkça söylüyorlar. (İnsanın ‘keşke Hıristiyan din adamlarına saygılı oldukları kadar, Kobani eylemlerinde kurban eti dağıtan 17 yaşındaki çocuğa ve sırf sakalı var diye linç edilerek şehit edilen Müslüman yaşlılara da saygılı olabilselerdi’ diyesi geliyor.)
HDP ve PKK bunu neden yapıyor peki? Yani emperyalist efendilerine bakın biz de ıslah olduk, biz de medeniyiz, biz de Türkiye’ye ve dolayısıyla İslam dünyasına karşı oluşturduğunuz politikalarda müttefik olabiliriz mesajını gönderiyorlar. Tavırları geçen yüzyılın Taşnak Partisini andırıyor. Amaçlarının silahların susması olmadığı da aşikâr.
Osmanlı’nın Düvel-i Muazzama olarak adlandırdığı emperyalist güçler doğunun kadim Hristiyan halklarına mutluluk getirmedi. Umarım HDP ve sempatizanları bu gerçekliği görür ve İslam Milletinin ayrılmaz parçası Kürtleri büyük güçlerin masasında meze yapma faaliyetlerinden vaz geçerler.
[1] İlgili misyonerle ilgili Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı’nda Pınar Koçak tarafından Prof. Dr. Ahmet Yaramış danışmanlığında bir tez önümüzdeki aylarda bitirilerek bilim dünyasının hizmetine sunulacaktır.